30 Eylül 2014 Salı

'Nedensiz' kalmayın, 'neden'lerle de yaşamayın


Varoluşunun karmaşıklığından mı, düşünce sarmalının ufak bir zerresi olmasından mı yada her nedendir bilinmez ama 'kendine bilmecedir' insanoğlu.
Kendine saklı ve içinde hep haklıdır. Kimi zaman bir bulmacaya gizlenmiş şifreli bir mesaj, kimi zaman bulmacanın çözülmesine engel bir hile, bazen cevapları üzerinde çözümlü bir bulmaca, bazen de bulmacayı çözen olarak gösterir kendini. Bu nedenledir kimilerine çok karmaşık gelirken, kimilerine ezberlenmiş kadar tanıdık gelmesi. Bazen zor oyundur tercihi bazen bir çırpıda çözülecek kadar kolay olan. Ama hep bir oyun ister hayatında, hiç bitmeyecek cevaplara ulaşma arayışından, arzusundan kaynaklanan. Ulaştığı her cevapta haz duyup tatmin olan yada harcadığı zamana pişman olup bir yenisini arayan. En büyük pişmanlığı ise çözümüyle kendini sunduğunu 'sandıklarının' anlamaması olan.

Ne garip şu insanoğlu.
Ne iletişimsiz durabiliyor ne de tam anlamıyla sağlıklı bir iletişim kurabiliyor.
Sonra da "kurduğumu her sandığımda kendimi yeni bir yenilginin kucağında buluyorum" diye hayıflanıyor.
Sorduğunuzda 'anlatıyor, paylaşıyor, dinliyor' karşısındakini.
Bu nedenle de çoğu zaman anladığını ve anlaşıldığını sanıyor fakat yanıldığını fark etmesi uzun sürmüyor.
Çünkü asıl derdinin anlaşılmak olduğunu ileri sürenlerin çoğu anlaşılmak için büyük çaba sarf ettiklerini, ellerinden geleni yaptıklarını ileri sürseler de karşısındaki açısından bakıldığında ortada çabadan eser bile bulunmuyor.
İçten gelen bir dürtüyle çoğu şeyi kendine saklamayı seçiyor.
Buz dağının görünen kısmını tasvir edip görünmeyeni anlamalarını beklemesi de bundan ötürü geliyor.

Anlamak ve anlaşılmak üzerine dertli insanların en büyük trajedilerinden biri; buz dağının görünen kısımından her bahsedişlerinde görünmeyene biraz daha vurgu yaptıklarına kendilerini ikna edişleri, anlaşılmayı bekleyişleri, 'bekledikleri' sonucu alamayınca da 'anlaşılacaklarına olan inançlarını kaybedip' çekip gitmeyi seçmeleri iken
bir diğeri karşısındakileri anladığını ileri sürenlerin anladıklarının aslında hayal güçlerinin ilizyonlarından başka bir şey olmayışıdır.

Oysa cevabından korktuğu için sormadığı sorular ve saklı kalan gerçekler yerine kendini inandırdığı cevapların gün gelip her şeyden çok canını yakacağını çünkü en değerli varlığı zamanından çaldığını idrak edebilse insanoğlu eminim sanrılar hırkasını çıkarıp cesaret zırhını giyinmeyi seçer.

'Neden' sorusunu azaltmak -zamanımızı ve inancımızı boşa harcamamak- ancak doğru iletişimle gerçek bilgiye ulaşarak olacak bir şey.
Neden sorularımı azaltıp gerçek nedenlere ulaşmak adına kendime benimsediğim bir sözü paylaşmak istiyorum sizinle.

"Sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi.
Bilmez ki sorsun, bilse sorardı."

Bilmiyorsanız sorun (sormak için bilmeyi beklemeyin), sormuyorsanız bildiğinizi düşündüğünüze kendinizi inandırmayın derim.

Unutmayın sanrılar dünyasında yaşayanlar peşlerini bırakmayan sancılara mahkumlar.

Nedeni doğru kişiye sorduğunuzda geriye kalan 'neden'siz yaşam 'nedensiz bir yaşam' değildir belki de, ne dersiniz ? ;)

'Nedensiz' kalmayın, 'neden'lerle de yaşamayın dilerim.





18 Şubat 2013 Pazartesi

Yeterki İNAN..


Uzun süredir bloguma yazmıyordum, pek çok kez yazmam konusunda ısrar edilse ve pek çok kez aklımdan geçse de kısmet bu güneymiş.

Her zamanki gibi öğle kahvemi hazırlıyordum, aklıma Rahmetli M.Ali Birand'ın bir TV programına konuk olduğunda söylediği sözleri geldi. Sözler birebir aklımda olmasa da içerik hafızamda yer etmiş durumda. Birand her sabah uyanabildiği, her gece ise yatmadan günü tamamlayabildiği için şükrettiğinden bahsediyordu. Birçok başarıya imza atmasına rağmen hala içinde birşeyler kalıp kalmadığını sorduklarında; yapmak istediği herşeyi yaptığını ancak hala aynı heycanı duyduğunu ifade etmişti gözündeki o ışıkla. Bu sözleri çok etkilemiş olacakki beni 2 yaşındaki bir çocuğun her saniyesini dolu dolu yaşama çabasını düşündüğümde aklıma ilk gelen sahne bu oldu. Ardından sorgulamaya başladım birşeyleri, hadi bana eşlik edin beraber sorgulayalım kendimizi...

Bir çocuğun önünde yaşayacak onca güzel günü varken nasıl bir yaşama hevesine sahip olduğunu düşünelim, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisini, şımarık gülüşlerini, sevgiye, yaşama açlığını. Bir de kendimize çevirelim aynayı, gelin biraz içimize bakalım. Var mı bunlar içimizde? Sahiden büyüdük mü yani, kalmadı mı çocukça arzularımız, bitti mi, tükettik mi hepsini? Yapmak istediğimiz herşeyi
yaptığımız için mi kaçtı hevesimiz? Ulaştık mı sahiden istediğimiz herşeye özgürce, içimizden geldiğince yapabildik mi?

-Yapmadık değil mi, yapamadık. Peki hala yerimizde saymamızı, hatta geçişte takılı kalmamızı sağlayan ne?

Hayat mı? Kader mi? Yoksa biz miyiz? Sorduk mu bunu kendimize yoksa en iyi yaptığımız şeyi yapıp kaçtık mı yine?

' Hayat sıkıcı, zor, acımasız, monoton, mutluluk vermiyor, tatmin etmiyor. ' Hala bunları mı söylüyoruz, hala şikayet mi ediyoruz? Yorgun muyuz bu kadar, bıktık mı yaşamaktan? Suçlu hayat mı yani, kader mi suçlu? Çok mu geciktik herşey için?

-Hayır elbette.

Hayatsa suçlu gülüşümüzle alt etmeyi denedik mi? Şayet kaderse suçlu kaderin üstünde bir kader olduğunu öğrenemedik mi? İlla bir suçlu arayacaksak aldığımız her nefesin sayılı olduğunu bildiğimiz halde hakkını vermeyen kendimizi göremedik mi?

-Göremedik tabi.Görseydik her anın kıymetini bilir, her anın şükrüyle mutlu olurduk değil mi?

Nefes almak dedim, yaşayabilmemiz için gerekli en temel şey. Kaç kişi farkında böyle bir nimetin? Kaç kişi tepeden tırnağa çekiyor içine? Kaçımız tazeleniyoruz her nefesle? Hani büyümüştük? Daha bunu bile farkedemeyecek kadar çocuğuz aslında, anın değerini kavrayamayacak kadar (geçmişimizle, sıkıntılarımızla) meşgul, hayatın sunduklarını, kendimizde var olanları göremeyecek kadar kör, başkalarının ve önyargılarımızın sesini duymaktan kalbimizin sesini duyamayacak kadar da sağırız çoğumuz.

Oysa derin derin bir solucak, kapatsak gözlerimizi de kalbimize bir ışık yaksak, duygularımızın önünü açsak. Kurtulsak kim ne diyor, ne istiyorlardan da biraz kendi isteklerimizin sesini yükseltsek. Kalpten yükselen her sesin evrenin işleyişine etkisinin farkına varsak. Ruhumuz özgürlük çığlıkları atsa mesela, kendimiz olsak artık, olabilsek, zincirlerimizi kırsak, tabularımızı yıksak, doğru bildiklerimizin, isteklerimizin peşinden koşsak, yorulsak hatta ama hiç yılmasak...

Tek bir yaşama hakkımızın olduğunu unutmasak. Ne kadar kalabalık içinde de olsak, sürü psikolojisine inat "ben buyum, bunu istiyorum" diyebilsek, sadece mutluyken değil uçurumun kenarındayken bile rüzgarı hissedip inatla sırf nefes alabildiğimiz için gülebilsek, hem de öyle bir gülsekki ışığıyla bizi o noktaya getirenlerin gözlerini kör etsek, ruhlarını ise aydınlatsak.

Zor değil mutlu olmak, zor değil ümide sarılarak yaşamak, zor değil başımıza ne gelirse gelsin "eyvallah" diyebilmek. Yeterki tüketmeyelim, tükettirmeyelim içimizdeki yaşama sevincini. Bu hayat bizim ve yaşadığımız her anın aldığımız her nefesin hakkını verelim. Yaşarken ölmek yerine öldükten sonra da bizi yaşatabilecek eserler bırakmayı tercih edelim. Tutunacak bir dalımız olsun, bir hedefimiz inançla bağlandığımız bir hayalimiz olsun.

Ve şimdi hadi hep birlikte kapatalım gözlerimizi herşeye inat umutla gülümseyelim, taki tepeden tırnağa içimizi saran o sıcaklığı hissedip kanatlanana kadar. Söz verelim kendimize "hergün yeni bir gün olacak" sözünü hayat felsefelerimize ekleyeceğimize.

Yazımı Paulo Coelho'nun en sevdiğim romanlarından Simyacı'da geçen şu sözleri hatırlatarak sonlandırmak istiyorum.

"Hayat yaşamakta olduğumuz andan ibarettir."
"Bir şeyi gerçekleştirmek istersen onu gerçekleştirmen için bütün evren işbirliği yapar."
"Bir şeyi gerçekleştirmek istersen onu gerçekleştirmen için bütün evren işbirliği yapar."
"Bir şeyi gerçekleştirmek istersen onu gerçekleştirmen için bütün evren işbirliği yapar."
"Bir şeyi gerçekleştirmek istersen onu gerçekleştirmen için bütün evren işbirliği yapar."
.
.
.

Lütfen her gece yatmadan ve her sabah kalktığınızda bu sözleri inançla tekrarlayın, işe yaradığını göreceksiniz.

Huzurla, umutla, inançla kalın.

Sevgiler...

6 Mart 2012 Salı

Neden mi ?

Hic tokken yedigin yemekle acken yedigin yemek ayni zevki verebilir mi?
Veremez ! Ask da boyledir iste , yillarca ac kalman lazimki tadina doyabilesin.
Ve neden diye soran sen !
Sakın ola her gördüğünü aşk sanıp gerçek aşkın sofrasına tok oturma ..
Ziyan edersin !
Zaten aşk doyumsuz ve ne istediğini biliyorsan yaşanır
başkası sadece atıştırmalıktır ki mideni boş şeylerle yormak da sadece sana zarardır unutma .
Miden çöplük değil ,aşkın deneme tahtası olmadığı gibi.
O gelir , alır , yaşanır ve ölümsüzleşir .
Gelişiyle aşk sandığın bütün anları da unutturur zaten ;)

Gizemce 'neden denemiyorsun' diyen herkese cevabımdır ..

8 Şubat 2012 Çarşamba

Ö.A.

Karşıma geçmiş beni inandırmaya çalışıyor
Bütün gücünü benim inanmama yöneltmiş
O kadar ki unutmuş kendini
Konusuna ilkin kendisinin inanması gerektiğini.
Dinliyorum onu
Uyansın diye.

Özdemir ASAF

25 Ocak 2012 Çarşamba

G

Tam da İclal Aydın'ın söylediği gibi ;

Unutma çocuk
" Her aşk başladığı yerde ,
başladığı şekilde biter. "

5 Ocak 2012 Perşembe

Bir hikaye ...

Ortaokulda okuyan ve kısa bir süre önce annesini kaybeden genç, babasıyla birlikte yaşıyordu.

Babasıyla aralarında çok güzel bir dostluk vardı. Genç okulun futbol takımındaydı.Takımdaydı ama, ufak-tefek yapısı ve tecrübesizliği sebebiyle hoca ona bir türlü maçlarda görev vermiyordu.

Bu yüzden her zaman yedek kulübesinde otururdu. Buna rağmen babası hiçbir maçını kaçırmaz ve her zaman ayağa kalkar tezahürat yapardı.

Liseye başladığında yine sınıfın en sıska öğrencisiydi. Fakat babası onu hep futbol oynamaya teşvik etti; bununla birlikte, eğer istemezse oynamayabileceğini de belirtti. Delikanlı futbolu seviyordu ve takımda kalmaya karar verdi.Her idmanda elinden geleni yapıyor takımın as oyuncusu olmaya gayret ediyordu. Ama sürekli yedek kulübesinde oturmaktan kurtulamadı.

İnançlı babası tribünde her zaman ki yerini alıp oğlunu desteklemek için tezahürat yapmaya devam ediyordu.

Genç üniversiteye başladığında futbol onun için önemini kaybetmeye yüz tuttu, ama yine de elinden geleni yaptı. Herkes onun okul takımına giremeyeceğinden emin olsa da o bunu başardı. Takımın antrenörü onu listeye dahil ettiğini, çünkü her idmana yüreğini koyduğunu ve takımın diğer üyelerini de şevke getirdiğini itiraf etti.

Takıma girebildiği onu o kadar heyecanlandırdı ve sevindirdi ki , soluğu en yakın telefon kulübesinde aldı ve babasına müjdeyi verdi. Onun bu başarısına sevinen baba mutluluğunu paylaştı ve kendine maçların sezonluk biletlerini göndermesini istedi.

Üniversitede dört yıl boyunca hiçbir idmanı kaçırmayan genç,ne yazık ki hiçbir maçta oynayamadı. Futbol sezonunun sonlarına doğru,büyük bir eleme maçının idmanı için sahaya çıkmaya hazırlanan gencin yanına, elinde telgrafla antrenörü geldi. Delikanlı telgrafı okuyunca ölüm sessizliğine büründü. Güçlükle yutkunarak hocasına şunları söyledi

"Bu sabah babam ölmüş izninizle bu gün idmana gelmesem?"

Hocası onun şefkatle boynuna sarıldı ve "bu hafta dinlen evlat" dedi. "Ve cumartesi günkü maçada gelmeyi
aklından geçirme."

Cumartesi geldi çattı,ama okul takımının durumu hiçde iyi değildi. Maçın sonlarına doğru sessizce bir kişi soyunma odasına girdi, formasını ve futbol ayakkabısını giyip sahanın kenarına çıktı.

Babası ölen ufaklıktı bu!

Antrenör ve oyuncular bu azimli arkadaşlarını bu kadar kısa sürede tekrar aralarında görmekten son derece şaşkındılar..

Hocasının yanına giden genç "Lütfen izin verin oynayayım" dedi.

"Bu gün oynamak zorundayım."

Hocası önce onu duymamış gibi davrandı.Böylesine zor bir eleme maçında takımının en kötü oyuncusunu sahaya çıkarmasına imkan olmadığını düşünüyordu. Ama genç o kadar ısrar etti ki, sonunda ona acıyan hocası razı oldu: "Peki,oyuna girebilirsin."

Gencin oyuna girmesinin üstünden çok geçmemişti ki,hem hoca, hem oyuncular hem de arkadaşları
gördüklerine inanamadılar. Daha önce hiç oynamamış bu meçhul ufaklığın her hareketi harika, attığı
her pas isabetliydi. Karşı takımın oyuncuları onu durduramıyordu. Koşuyor pas veriyor, savunmaya geçiyor ve maçın yıldızı gibi parlıyordu. Sonunda gencin takımı aradaki farkı kapattı, nihayet atılan gollerle de beraberliği yakaladı. Ve son saniyelerde ufaklık topu tek başına sürükleyip herkesi geçti ve galibiyet golünü attı. Maç bitmişti, okulun taraftarları sevinç çığlıkları atıyor, arkadaşları ufaklığı omuzlarında taşıyordu.

Seyirciler stadyumu terk ettikten, oyuncular duşlarını alıp soyunma odasına boşalttıktan sonra, takımın
hocası ufaklığı bir köşede tek başına sessizce oturduğunu fark etti. Yanına gidip "Evlat, inanmıyorum. Bu gün bir harikaydın" dedi. "Sana ne oldu bunu nasıl yaptın anlat bana" dedi.


Hocasına bakan genç gözleri dolu dolu şunları anlattı: "Babamın öldüğünü biliyorsunuz. Peki onun gözlerinin görmediğini de biliyor muydunuz?"

Delikanlı güçlükle yutkundu, gülümsemeye çalıştı.

"Babam bütün maçlara geldi. Çünkü görmediği halde beni desteklemek istiyordu. Ve ilk defa bu gün beni görebilirdi.

Ben bu fırsatı kullanmak ve oynayabildiğimi ona göstermek istedim!!!!!"

-alıntıdır-


Okuduğunuzda benim gibi kendinize engel olamaz ağlarsanız bana kızmayın lütfen ,
bu sizin hala duygulara sahip olduğunuzu gösteriyor ve insan olarak aslında ne kadar aciz olduğumuzu ..

4 Ocak 2012 Çarşamba

Özdemir ASAF'tan

İmkânsızlıkları yaşamak mıdır sevmek,
Yoksa severken imkânsız mıdır yaşayabilmek?

Zor mudur gözlerine bakarken sevgiyi görmek,
Yoksa sevgi midir gözlerindeki tek gerçek?

Kolay mıdır bir anda vazgeçip gitmek,
Yoksa gitmekten vazgeçip, sevmek mi gerek?

[Özdemir Asaf]

20 Aralık 2011 Salı

'' Bilmek İstediğim ... "

Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor.

Neyi özlediğini,
Kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın hayalini kurmaya cesaret edip
edemediğini bilmek istiyorum.

Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor.

Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüvenin için
bir aptal gibi görünme riskini göze alıp alamayacağını bilmek istiyorum

Ay’ın etrafında hangi gezegenlerin döndüğü beni ilgilendirmiyor.

Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını, hayatın ihanetlerince
açılıp açılmadığını, daha fazla acı korkusundan kapanıp
kapanmadığını bilmek istiyorum.

Saklamaya, azaltmaya ya da düzeltmeye çalışmadan benim ya da
kendi acınla oturup oturamayacağını bilmek istiyorum.

Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını, insan olmanın
sınırlılığını hatırlamadan, bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız
için uyarmadan çılgınca dans edip coşkunun seni parmak
uçlarına kadar doldurmasına izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum.

Güvenebilir ve güvenilebilir olup olmayacağını bilmek istiyorum.

Her gün sevimli olmasa da güzelliği görüp göremeyeceğini bilmek istiyorum.

Benim ve kendi hatalarınla yaşayıp yaşayamayacağını,
Bir gölün kenarında durup gümüş Ay’a ‘EVET!’ diye bağırıp
bağırmayacağını bilmek istiyorum.

Nerede yaşadığın ya da ne kadar paran olduğu beni ilgilendirmiyor.

Keder ve umutsuzlukla geçen bir gecenin ardından,
yorgun ya da bitap da olsan, çocuklar için yapılması
gerekenleri yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum.

Kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor.

Çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum.

Nerede, kiminle, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor.

Diğer her şey bittiğinde, seni ayakta tutan şeyin
ne olduğunu bilmek istiyorum.

Kendinle yalnız kalıp kalamadığını, ve o boş anlarda
sana arkadaşlık eden kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum.

Oriah Mountain Dreamer
Bir Kızılderilinin Merakı
(Kanadalı bir Kızılderili)


İşte bilmek istediklerimi anlatan cümleler ..
Umarım cevabını bulabilirim ..

12 Aralık 2011 Pazartesi

Aşk ihtiyaçtır ..

Aşk için doya doya yiyip tadını çıkaralım diyeni duydunuz mu hiç ?
Ben duymadım.
Duyamam da zaten.
Ne güzeldir aşkı kana kana içmek deriz hep .
Çünkü aşk su gibidir,durudur,akışkandır.
En başta ihtiyaçtır aşk.
Aşkı durağanlaştıran da katılaştıran da kalplerimiz,
bizleriz yani .
Korkmadan ,başka duyguları katmadan yaşayabilsek aşkı,
tıpkı bedenimizin hayat kaynağı olan nefes gibi ,
su gibi,damarlarımızda aktığını hissettiğimiz kan gibi.
Kirletmeden , saflığını bozmadan ,
benliğimizdeki diğer bütün duygulardan arındırarak ,
yalın en önemlisi de ÖZ haliyle...

10 Ekim 2011 Pazartesi

sence ?

Kal demedin , gel demedin , seviyor musun hiç bilmedim .. Şimdi söyle çocuk ben bunca zaman sence neden bekledim ?

10.10.11 20:28

9 Ekim 2011 Pazar

Gerçekten Sevmek

O durmadan kaçıyor;
sen ardından gitmiyorsan;
o günün her saatinde saklanıyor,
sen yollara düşüp deli divane aramıyorsan;
o sana acıların en büyüğünü tattırıyor,
sen bundan en yüce hazzı duymuyorsan;
boşuna aldatma kendini,
onu sevmiyorsun demektir.


Elindeki içki kadehinde,
dudağındaki sigarada ,
okuduğun kitapta,
mırıldandığın şarkıda,
söylediğin şiirde,
gördüğün rüyada
ve yaşaman için
ciğerlerine doldurduğun havada
o yoksa;
Onun vazgeçilmezliğini anlamamışsan;
onu sevmiyorsun demektir.


Renkler onunla değerlenmiyorsa,
örneğin onsuz kırmızı kırmızılığının,
mavi maviliğinin farkında değilse,
beyaz yalnız o giydiği zaman
güzelliğini haykırmıyorsa,
sabahları onu görünceye kadar
güneş doğmuyorsa
ve onsuz gökyüzü geceleri
aya, yıldızlara
hasret değilse
onu sevmiyorsun demektir.


Sokakta gördüğün her yüzde
ondan birşeyler aramıyorsan,
güzel bir manzara,
hüzünlü bir musiki onu hatırlatmıyorsa,
uykudan uyandığın zaman
yaşamakta olduğundan önce
onu hatırlamıyorsan,
omuzlarına dökülmüş saçları,
bir sis perdesinin ardında
her zaman gülen,
ışık saçan gözleri
aklına gelmiyorsa,
durup durup avuçlarının
sıcaklığını özlemiyorsan;
Onu sevmiyorsun demektir.


Dünyada yaşıyan öteki insanların
senin için hala bir değeri varsa,
ona karşı tutumunu
toplumun köhne ve manasız
kurallarına göre ayarlıyorsan
ve açık açık
sanki var olduğunu haykırırcasına
sevgini söylemiyorsan;
Onu sevmiyorsun demektir.


Yok o senin için
herşeyden değerliyse,
gözünü yumduğun anda
onu görebiliyorsan,
o bütün şarkılarda,
bütün şiirlerde,
bütün resimlerde ise,
ona muhtaç olduğunu
söylemekten utanmıyorsan,
senin içten ve büyük sevgine
karşılık vermiyeceğinden
korkmuyorsan,
bütün bencil duygularından
sıyrılabilmişsen
onun için herşeyi,
ama herşeyi yapacak gücü
kendinde buluyorsan,

her hali sana
ayrı ayrı güzel geliyorsa,
karşısında kendini
bir çocuk gibi hissediyorsan,
istediği anda onun için
ölebileceksen,
onun için yaşıyorsan
ve yine onun için
bildiğin bilmediğin
bütün düşmanlıklara
karşı koyabileceksen,
o her geçen dakika
sende biraz daha büyüyorsa
ve kendi kendine bile
çok sevdiğini bütün
samimiyetinle,
inanmışlığınla
itiraf edebiliyorsan,
bir gün o seni hiç,
ama hiç sevmediğini söylese bile,
senin sevginde azalma olmayacaksa
ve ölünceye kadar onu aşkların
en ölümsüzü ile sevebileceksen;
işte o zaman
onu seviyorsun demektir.


O sana sevmeyi,
gerçek aşkı öğretti.
Sen onu hep sevecek
ve sevilmenin mutluluğunu tattıracaksın.


O, hiç sen olmasan bile,
seni bir parça sevmese bile...

Ümit Yaşar Oğuzcan

Biteceksin diye ..

Bıraktığım sigaram gibisin ..
Ara ara vuruyorsun aklıma ...
İçim çekiliyor o an ..
Ellerim titriyor ,canım çekiyor seni..

Ama bir kez denersem vazgeçemem biliyorum..
Çekemiyorum seni içime..
Alamıyorum yeniden elime ..
Dokunamıyorum bile ..

Bana zarar vereceksin diye değil sevgilim ..
Yine tek nefeste biteceksin diye ;)

09.10.11 22:58

26 Temmuz 2011 Salı

Güçlü Kadınlar

Balkonda oturdum, bir sigara yaktım, bir de kahve yanında, aniden hafif bir rüzgar omuzlarıma dokundu. "Ben buradayım, yalnız değilsin" der gibiydi. Ürperdim, titredim biraz, içeri girecektim, vazgeçtim. Madem bu gece rüzgarla yıldızlar yarenim, o zaman sohbet edeceğiz demektir. Yan binada oturan komşular bakıp, kendi kendine konuşan delinin biri zannedecek olsalar da, umurumda değil. Onlar görmese de soframda yel oturuyor benim.


Cebimde o kadar çok hikaye var ki, anlatsam bitmez.

Sevdanın yollarını yürümüş, koşmuş, arşınlamış bir kadınım.

Virajlarını, yokuşlarını, düzlüklerini ezbere bilirim.

Ama hikayelerden daha önemli olan, elimizde kalan yalnızlıktır.

İyisi mi, neden yalnız kaldığımı anlatayım:

Bazı kadınlar güçlü olmayı seçer. Seçmemiş ama mecbur kalmış olanlar da aynı özelliklere sahip olurlar ancak onların farkı, ilk buldukları limanda demir atıp diğer tarafa geçebilme potansiyelini içlerinde barındırmalarıdır.

Ben limanlara uğramadan, sürekli dalgalarla boğuşup, bir türlü batmayanlardanım. Parçalanmayayım, su almayayım, batmayayım gibi bir derdim de yok üstelik, sadece olmuyor.

Bir yolu, çözümü vardır mutlaka diye giriyorum bütün savaşlara, hepsi bu! Yenildiğim zamanlarda da elimden kılıcımı bırakmayıp, kanayan yaralarıma rağmen, meydanı yürüyerek terk ettiğim için bana, güçlü kadın diyorlar.

Gülümsemelerimin arkasına gizlediğim yenilgilerimi, kimseye göstermeden, ders alınacak olaylar rafına koyuyorum.

Tüm yaralarıma pansuman yapmayı öğrendim.

Hayatıma, şöyle bir geçerken uğrayan kimse, yüzümde tebessümden fazlasını göremiyor.

Kolay mı duvarların arkasına bakabilmek?

Ben her gelenin duvarını aşabiliyor muyum ki?

Güzellikleri paylaşmak kolaydır.

Arkadaşlar, sevenler tüm mutlu anlarda yanınızda olabilirler.

Benim için değerli olan, düştüğümde elimden kaç kişinin tutacağıdır, ona bakarım.

Tüm çukurlardan tek başına çıkabilmeyi öğrenen kadın, kadına özgü o muhteşem zarafeti biraz kaybetmiş olsa da, gerçek bir kadındır.

Toprak gibi, deniz gibi durur öyle.

Karşındaki adamın bunu anlayabilmesi için, gökyüzü olması, yağmur olması gerekir.

Onun da erkekliğini keşfetmiş olması lazımdır.

Güçlü bir kadını koluna takabilmek, ona kadınım diyebilmek için, biyolojik olarak erkek olmanın ötesinde bilgeliğe, gerçeği arayan bir merak duygusuna, keşfetme zevkine, sadece bakan değil gören bir göze sahip olması gerekir.

Bu tarz adamların da sayısal olarak azlığından yola çıkarsak, söyleyebilirim ki, güçlü kadınlar aşkta mutluluğu zor yakalarlar.

Garip bir sızı kalır içlerinde, ruhlarını görebilirseniz ne büyük bir gökkuşağına sahip olduklarını anlarsınız.

Ancak kaç kişide o muhteşem, göz alıcı renklere bakabilecek yürek vardır ki? O yüzden, benim gibi, gecenin bir yarısında, balkonda rüzgarla aşka dair uzun sohbetler yapar güçlü kadınlar.

Çünkü güçlü kalplere ödül yalnızlıktır!


-alıntıdır -

21 Temmuz 2011 Perşembe

İçimde Bir Kıpırtı Var ...

Ay çiçek tarlasında çocukça koşmak ,
kır çiçekleri arasında rüzgarla dans etmek tüm kalbimle gülümsemek ,
papatyalardan başıma tac yapmak muzur bir genç bayan olmak istiyorum :)

Elbisem tüm doğayı kıskandıracak kadar sade , bembeyaz olmalı ..
Uçuşan parçaları kendi kurumuş dalgalı saçlarımla yarışıp bütün kelebekleri kıskandırmalı ..

Gülümseyişim bir kadının en mesut halini , bir bebeğin en saf halini barındırmalı .. Biriktirdiğim o sevgi tohumlarım tüm doğaya saçılmalı ..

Derin derin çekmeliyim havayı içime tüm güzellikleri çeker gibi ..

Her nefeste yaşama yeniden döner gibi ..

Herşeyi unutup yeniden doğar gibi ..

Mutluluktan uçar gibi ..

:)))))))

.

Ben bir HAYALET tanımak istedim , sonra öyle çok HAYAL ETtim ki BİTTİ bütün isteğim ..

YTSIM ..

26 Şubat 2011 Cumartesi

Affetmek 2

Hepimiz birileri tarafından incitildik, hepimiz birilerini incittik. Kızdık, içerledik , öfkelendik, darıldık, küstük,nefret ettik.

Bu duygu, bizim enerjimizi çalıyor, kendimizi sevmemizi engelliyor, yaşama sevinci duymaktan bizi alıkoyuyor, geleceğe umut ve coşkuyla bakmamızı engelliyor.

O halde bu duygulardan kurtulmak için daha ne bekliyorsunuz? Yoksa sizi inciten insanların sizi iyileştirmesini mi bekliyorsunuz ?

Affetmek , bize geçmişi geçmişte bırakıp , anı yaşama ve geleceğe umutla bakma özgürlüğü verir.

Affetmek, hem daha önce sizi inciten kişilerden , hem de size yeni kişilerden gelebilecek olası incinmelerden korunduğumuz hissini yaşatacaktır. Acınızı ve öfkenizi içinizde beslediğiniz müddetçe, kimse sizi incitemez , yaralayamaz ve reddedemez.

Oysa ; affetmek unutmak değildir. İnsanları affettiğimizde , geçmişte yaşadığımız deneyimleri unutmayız. Unutmamalıyız da. Bu deneyimler ,zamanında bize acı çekmemiz , ya da başkalarına aynı acıları çektirmemiz için , alınmış derslerdir.

Affetmek , affettiğimiz kişinin davranışları onaylamak değildir. Affettiğimizde geçmişin bugünümüz üzerindeki yıpratıcı etkisinden kurtuluruz. Evet , yapılanlar kötüydü, acıttı , hayatımızı etkiledi. Fakat , bu yaşananları geride bırakarak , affedebilmeyi başarabilmek , içsel bir süreç gerektirir.

Affedebilme süreci , geçmişten gelen olumsuz duygu yükünden kurtulup , özgürleşebilmektir. Yaşanan olayları hatırlamak ama olayın duygu deposunu boşaltmaktır.

Affetmek , bizi kıran kişiye karşı hangi cezayı verirsek verelim , bunun bize yetmeyeceğinin farkındalığıdır. Bu farkındalık , yaşamın geçmişinde takılı kalmak yerine , yaşam yolculuğunda yeni deneyimlere açık hale gelebilmek için bize yol gösterecektir. Böylece , öfke ve intikam duygularına yatırım yapmaktan vazgeçecek , pozitif duyguları içimizde çoğaltma yolunda adımlar atmaya başlayacağız. Neye yatırım yaparsak o çoğalır. Affetmek , hayatımızın en zenginleştirici ve özgürleştirici yatırımıdır.

Bu yatırıma hazır mısınız ?




http://blog.milliyet.com.tr/Affetmek/Blog/?BlogNo=65963 'dan 26.02.2011'de alıntı yapılmıştır ..

24 Şubat 2011 Perşembe

İskambil kağıtlarındaki şekillerin anlamı nedir ?

Oyun kartlarının nerede ve ne zaman ortaya çıktığı tam olarak bilinmiyor.

7. ve 10. yüzyıllar arasında Çin'de ortaya çıktığı ve 13. yüzyılda Marco Polo tarafından Avrupa'ya getirildiği tahmin ediliyor.

Hindistan'dan veya Arabistan'dan geldiğini ileri sürenler de var ama bugünkü şekilleriyle kullanılmalarının 14. yüzyıl Fransa'sına dayandığı kesin gibi.

O tarihlerde, Fransa'da dört sınıf vardı ve iskambil kağıtlarındaki
kupa, maça, karo ve sinek bu dört sınıfı temsil ediyordu.

Kupa bir kalkanı andıran şekli ile asil sınıfı ve kiliseyi,

maça bir mızrağın ucunu çağrıştıran şekli ile orduyu,

karo ticari deniz işletmelerinin eşkenar dörtken kiremitlerinden esinlenerek orta sınıfı,

sinek ise yonca yaprağına benzeyen şekli ile köylüyü temsil ediyordu.

Bugün briç, poker veya benzeri oyunlarda, kupanın en değerli, sineğin ise en değersiz kart Olmasının nedeni işte bu sınıflamadır.

Aslında bizde papaz adı verilen kartın adı İngilizce'de kral (king),

kızın ise kraliçedir (queen).

Vale veya oğlan için ilk zamanlarda düzenbaz anlamına gelen 'knave' kelimesi kullanılırken, günümüzde 'jack' ismi kullanılmaktadır.

Yani yabancı kartlarda kral ve kraliçe evli iken, bizde biraz yaşlı görülerek krala papaz adı verilmiş, kraliçeye de 'kız' denilerek oğlana layık görülmüştür.

Bazı ülkelerde oyun kartlarında değişik isim ve semboller kullanılmasına rağmen, en yaygın olanı Fransızların kullandıklarıdır.

Fransızlar 'maça' şeklini mızrağa benzeterek 'pique' adını vermişlerdir.

İngilizce'de ise aynı anlamdaki 'spades' kelimesi kullanılmaktadır.

Her ne kadar bir kalkanı andırdığı için asil sınıfı temsil ettiği ileri sürülse de 'kupa' klasik bir kalp şeklidir.

Bu nedenle Fransızlar ona 'coeur', İngilizler ise 'heart' adını vermişlerdir.

'Karo' için Fransızca'da kare anlamındaki 'carreau' kullanılırken İngilizler elmas anlamındaki 'diamond'u tercih etmişlerdir.

Bizim 'sinek' dediğimiz şekil ise çok açık üç yapraklı bir yoncadır.

Fransızlar bu anlamdaki 'trefle' kelimesini kullanırlarken, İngilizler 'club' (kulüp) ismini kullanmışlardır.

İşte bu nedenle briç oyuncuları 'maça'ya 'pik', 'kupa'ya 'kör', 'sinek'e de 'trefli' derler, zaten aslına uygun olan 'karo'yu da olduğu gibi kullanırlar.

Birli, papaz, kız ve oğlan için kullanılan as, rua, dam ve vale isimleri de yine Fransızca karşılıkları As,Roi, Dame ve Valet kelimelerinden dilimize geçmiştir

19 Şubat 2011 Cumartesi

Affetmek bir seçimdir , kendiniz için affedin ..

Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek.

Başkalarını affettiğimizde biz özgürleşiriz.

Nefret yaşamdan zevk almamızı, insanların güzel yanlarını görmemizi engeller.

Hiç kimse saf iyi ya da saf kötü değildir.

Salt kötülükleri görmek bir süre sonra şüphe, depresyon ve umutsuzluk denizinde boğar insanı. Nefret dolu bir yaşam, mutsuz bir yaşamdır.

Affetmek insanı derinleştirir.

Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak kendisini hazır hissetmesi gerekir.
Çünkü affetmek bir seçimdir.

Kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir.

Affetmek bir süreçtir. Birdenbire affedişler bile bir sürecin ürünüdür.

Affetmeyi seçtiğinizde kimse size borçlanmayacaktır. Yani koşullu affetme yoktur.

Diğer insanın da sizi affetmesini, değişmesini veya sizin istediğiniz gibi olmasını beklemeyin.


Affetmek bir seçimdir.

Amacı sizin rahatlamanızdır, sizin özgürleşmenizdir.

Nefret duyduğunuz kişinin yaşıyor ya da ölmüş olması sizin affetme sürecinde duyduğunuz acıların yoğunluğunda bir farklılık yaratmayacaktır.

O acılar sizin acılarınız.

Affetmek kolay değildir.

Fakat özgürleşmek için gereklidir.

Çoğu insan affetmenin nefret ettiği kişiyi suçsuz ya da haklı bulduğu anlamına geleceğini sanır. Oysa affetmek, geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı kontrolü altında tutmasına son vermek demektir.

Affetmek, o kişiyi sevmek değil.
Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil.
Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil.
Affetmek, o kişiyi hakli bulmak değil.
Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek değil.
Affetmek kırgınlığın, kızgınlığın, nefretin hapishanesinden özgürlüğe çıkmaktır.
Affetmek artık acıyı hissetmemektir.Yapılanları zihinsel olarak unutmak zaten mümkün değildir.

“Duygusal unutma” affetmenin diğer adıdır.


Kendiniz için affedin görün bakın herşey nasılda güzelleşiyor :)


19.02.2011'de çeşitli kaynaklardan alıntı yapılmıştır..

Ve benden size ufak bir öneri ,
Eğer affetmekte zorlanıyorsanız , o kişinin de bir insan olduğunu , kimsenin mükemmel olmadığını hatırlayın .. Herkesin hata yapabileceğini (beşer şaşar) , onun da yapabileceğini hatta size de yapabileceğini unutmayın .. İşe yarayacaktır diye düşünüyorum .. Hatasız kul olmaz , hatalardan ders alabilmektedir asıl erdem , alınabiliyorsa ne mutlu ,alınamıyorsa da üzülmeyin AFFEDİN GİTSİN :)

Ve en başta en zor olandan başlayın .. KENDİNİZİ AFFEDİN ve ÖZGÜRLEŞİN ..

15 Ocak 2011 Cumartesi

TAKVİM


Belki yaşananlar değişmiş ,
Yıllar geçmiş olabilir
Ama
Takvimler hep aynı zamanı
Göstermeye devam ettikçe
Eminim
Biz hatırlamaya devam edeceğiz..

Ve bir gün gelecek
birlikte yad edeceğiz.. :)


- ytsim -
16.01.2011

I asked

"If God should aid you, no one can overcome you; but if He should forsake you, who is there that can aid you after Him? And upon God let the believers rely."

"But perhaps you hate a thing and it is good for you; and perhaps you love a thing and it is bad for you. And God Knows, while you know not."

I asked for Strength.........
...
And God gave me Difficulties to make me strong.

I asked for Wisdom.........

And God gave me Problems to solve.

I asked for Prosperity.........

And God gave me Brain and Brawn to work.

I asked for Courage.........

And God gave me Danger to overcome.

I asked for Love.........

And God gave me Troubled people to help.

I asked for Favours.........

And God gave me Opportunities.

I received nothing I wanted

I received everything I needed

My Prayer has been answered.

20 Aralık 2010 Pazartesi

duygularıma tercüman ..

Kaygılı ve kararsız hale gelip de sevdiklerinin önünde çok konuşan zavallı kadınlar hiç bir zaman başarılı olamazlar..
Saygılı ve soğukkanlı bir sevgidir ki erkekleri en emin tarzda bağlar..

Nietzsch

19 Aralık 2010 Pazar

Sabah Uyanır Uyanmaz

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencereni aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin...
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin...
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart,
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine,
Bak güzelim kahvaltının keyfine.
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin..
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine,
seni mutlu eden sesi duymak için "alo "de
Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla ,köpek görürsen okşa ,
çocuk görürsen yanağından makas al.
Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı,
sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı,
hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak,
yüzünde güller açtıracak.

Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil,
vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun..

Arkadaşım
hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!

Can Yücel



Huzur dediğim şeyi , huzurla uyandığım bir günü
hiç kimse bu kadar güzel özetleyemezdi.
Beni(ytsim'i) görmüş gibi yazmış yine Can Yücel ..
Sizlerle paylaşmak istedim okuyunca umarım beğenrsiniz ..

''Günaydın''la başlayıp ''gülümseme''lerle devam edip ''iyi geceler''le biten 1 günüm :)

21 Ekim 2010 Perşembe

kalp kapısı


Sevgili gelmiş kalp kapısına dayanmış beklemekte...
Bir kalp var ki ben de sırçadan yapılmış gibi titremekte...
Üzüntü denen mahluk kalbimden bir türlü gitmemekte...
Kırılmışlıklarımdan dolayı, kapımda bekleyene dilim içeri gir diyememekte...
Ey sevgili, sen kurtar beni bu akıldan, Aklım gönül kapısını kilitlemekte...

- alıntı -

Aşk Git Başımdan !!

Her sabah gibi yine güneş doğdu. Bu sefer karşılamadım, çok bozuldu. Yakama yapıştı hemen..
-Sana ne oldu?

Sıcak ellerini tuttum ve ittim onu..
-Üşüyorum, görmüyor musun? Yetmiyorsun, anlamadın mı hala.
Her sabah her sabah; ne var gelip duruyorsun?
Durdu, hafifçe kendi etrafında iki yana döndü, düşünür gibi..
-Sen aşıksın dedi.

Ben hep aşıktım oysa.
Dayanabildiğim zamanları kendinden bilmişti.
Gücünü sunarken kendisini ölümsüz zannetti.
En büyük hatası da bu oldu...

Ama üşümek zamanları onun bilmediği birşey di.
Anlayamadığı da buydu.
-Yetmemek-
Buz kalıpları içinde aldığım nefeslerin havaya buhar olarak yazdığı feryatları göremedi.

Ya buluta girdi ya da görmemezlikten geldi.

Mevsimlerle uğraşırken,aşkları da yönetirim sandı,yanıldı..
Çünkü aşklar güneşe değil, gümüş bir ay ışığına sevdalıydı.
Uzaklara, denizlere ve gülen gözlere...
Güneşin sıcaklığı olmasa en fazla ölüm gelir..
Aşkın sıcaklığı olmasa ölmekten beter yaşam gelir..

Bin defa öldürür de yine de o son nefesi verdirmez insana..
Her ölen de pişman ölür, avuçlarında kurumuş bir gül kurusu...
Çareler tükenmiş olsa da hayal kurar, engeller olsa da umut eder..

Vazgeçmez ama...

Uzaklaşır, boyun eğer, susar, vazgeçmez...

Sevmek böyle olur. Kadir-kıymet bilir..
Nadirdir, nadidedir ama her yanı ağulanmış bir yürek gibidir..
Söküp atamazsın. Ve dilerim bildiklerim doğrudur....
Yeni baştan öğrenmeye ne niyetim, ne de gücüm var artık.

Aşk git başımdan...!!!!!

- alıntı -

Kitaplardan 'unutulmayan' cümleler ..

Kitaplardan 'unutulmayan' birkaç cümle paylaşmak istedim .


"Bil(e)medin
Yaşananların üstünü örtecek kadar şeffaf bir kelimem yok.Sen bilirsin ürkekliğimi,tarihten çalınmış eğreti kahramanlığımı.Çekerim kılıcımı zamana ama kesip atamam biriktirdiklerimi.Gözlerim yağar,toprak kokar ve filizlenir kabuk bağlayan yaralarım.Dilek kipleri bağlarım Kaçışlarım sana meyilimdendir . Sessizliğine sığınışım kabullenişimdir her şeyi. Sakın “neden” diye sorma. Verdiğim her cevap mayındır pişmanlığıma."

Kahraman Tazeoğlu-Susacak var





``Geride kalan kalbinizse, mutlaka geri dönersiniz.``

Marc Levy - Sizi tekrar görmek





``Evet.


Belki de varlıklarından şüphe ettiğim bütün duygular içimde ama onları uyandıracak olanlar ortada yok.````Ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. Kimsenin onları çözecek kadar ince tırnakları yok. Bense çoktan vazgeçtim tırnaklarımı uzatmaktan.``

Kinyas ve Kayra




"Öfkenize tutunmak elinizde başka birisine atmak üzere taşıdığınız sıcak bir kömüre benzer. Yanan sizsinizdir" .

Budha







"...Onun dünyasına aşina olmayanlar,rüya göremediği için üzülen bu oyunbaz,çocuğun aslında alacalı düşler kadar renkli bir alemde yaşadığını nereden bilebilirlerdi?"

Puslu kıtalar atlası-İhsan Oktay Anar







``Utandım ağlayarak,ağladım utanmayarak!``


Mehmet Akif Ersoy







``Ağlasın diye, anlatsın diye, konuşsun diye, sokulsun diye, sığınsın diye bekledim. ``


Bit palas







"... bir düşlerini bir de hüznünü yitiren insandan korkarım ben. Düşlerin de hüznün de insanın içini ısıtan bir yanı vardır. Onlar olmayınca ıpıssız, sinsi bir serinlik dolar adamın yüreğine; hiç anlamadan, yavaş yavaş soğursun. Günden güne canın çekilir; sonunda, uzaktan bakıldığında dimdik ayakta görünen, ama içten içe kuruyup kalmış ağaçlar gibi kaskatı olursun durduğun yerde..."

yağmurun yedi yüzü - süheyla acar







" beni kaygilandiran dis dunya degil. esas mesele senin icinde ki diger tipler. sen beni onlardan sakin yeter " diyor gozlerini gozlerime dikerek.
" soz ver bana . icinde ki diger seslerin beni ezmesine izin vermeyecegine dair soz bekliyorum senden "

elif safak - siyah sut






" -Hayır, boşuna yaşamadık biz !
Kemiklerimizden kuleler yapmadılar mı ?-
-Eğer kalırsam, kalışımda bir ayrılış vardır; gidersem, ayrılışımda bir kalış.-
-Yalnızca sevgi ve ölüm her şeyi değiştirebilir.-
diyerek çekip gitti . "

Halil Cibran







``Benim bazen hüzünle dolu olmamın sebebi geçmişi hatırlamamdandır.Ama, eğer neşe ile hüzün arasında bir tercih yapmak durumunda olsaydım kalbimdeki hüzünleri dünyanın tüm neşesine değişmezdim.``


Halil Cibran -Aşk Mektupları






"Ümit en son kötülüktür.Çünkü işkenceyi uzatır."

Nietzsche






"Belki de susmak, gerçeği anlatmanın tek yoluydu."

İhsan Oktay Anar-Suskunlar






Kendini boşuna harcamış olur insan, dilediğine ulaşıp da sevinç duymazsa. Yıktığın hayat kendininki olsun daha iyi, yıkmakla kazandığın yapmacık bir mutluluksa."


-William Shakespeare-






'' İnsan çocuk daha, bunu biliyorum
Ama büyümek istiyor, işte bu onun deliliği.
Ebeveynleri sevgi ve akıl
Ona göz kulak olsalar bari ''

Attilla JOZSEF


20 Eylül 2010 Pazartesi

susmalıyım ki ...

Ben susmalıyım ki ; tüm zor cümleler sana kalsın...
Bazen susmalıyım diyorum kendime , susmalıyım ki ;
yüreğimin sesi yüreğine ulaşsın.
Beni duymamak için direnen kulakların,bari yüreğimi anlasın.
Ben susmalıyım ki ; tüm zor cümleler sana kalsın.
Konuşmak çok canımı yaktı , ben susayım ki ;
biraz da canımı yakanların ..............................




-alıntı-




hayır hayır canı yanmasın SADECE beni anlasın ;)

1 Eylül 2010 Çarşamba

Mevlana'dan Aah

Âah" kelimesinde, üst üste iki "A" harfi mevcuttur.
Bunlar ebced hesabına göre; bir+bir= iki eder.
"H" harfi de yine aynı hesaba göre beş rakamını gösterir.
O halde;"AAH" = yedi yapar ki, aşıkların derinden cektikleri
"AAH" gönlün yedi kat semasından gelmektedir.
İste bu yüzdendir yakıcılığı...

MEVLÂNÂ

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Ses: Her an peşimde gölge , içimde nefes olan..


Kumsalda oturup huzur içinde denizin içli nağmelerine kulak kabartıp ay ışığının sularda çizdiği yakamozlara düşleri salıp, kıyılara vuran yalnızlıkları toplamak..

Yılların yorgunluğunu yüzündeki çizgilerde saklayan Deniz kumsalda bıraktığı izlere bakmadan kuytu bir kayanın dibine yorgun bedenini iliştiriyordu. Dalgalar; sırtını yasladığı kayalara bazen incitmekten korkarcasına, bazen de öfke duyuyormuş gibi sertçe vuruyorken, anılarını dalgaların köpüklerine katıp enginlere salan Deniz'in; bakışlarında ılık bir meltem rüzgarı saklı gözlerinden süzülen bir damla haykırıyordu, içini yıkan yalnızlığı ve döküyordu yürek yakan acıların kahrını.

(Ne kadar çok yalnızlık toplarsam o kadar kalabalık olacak içim biliyorum.)

- Yalnız olduğunun farkındasın demek?

Bakışlarını yakamozlardan çekmeden ve birazda kızgın bir ses tonuyla cevapladı.

- Sen bir gölge gibi peşimde yol alırken yalnızlığın tadına varmak pek mümkün olmuyor.

- Varlığımdan rahatsız oluyor gibisin fakat unutma ki sen bensiz yapamazsın. Bende gidersem senden; bu yalnızlığı kaldıramazsın.

-Yalnızlık bir tercihse sorun olmaktan çıkar. Çoklarının harmanladığı, harmanlarken karıştırdığı bir hayatı değil, azınlıkların sadeliğinden doğan bir yaşanmışlığın ortasında olmayı tercih edişimden pişman değilim.

- Gözlerinin kıyısından suçlu bir çocuk gibi süzülen hüznün anlamı ne öyleyse?

- Yalnızlıktan olduğunu mu sanıyorsun?

- Yalnızlık değilse nedir?

- Ne çok soru soruyorsun. Senin sorularına cevap aramakla tükeniyor ömrüm.

- Sorduğum her bir soru hayatına ve tercihlerine ışık tutmak için. Işığımdan yoksun kalırsan karanlıklar seni boğar.

Karanlıkların orta yerinde tek başına çırpınışının hayali belirdi zihninde. Hayat; acı yönlerini kuşanıp sarmaladığında, karanlık bir boşluğun orta yerinde, yön bilmeden dönüp durduğu hissine kapıldığı günlerini anımsadı. Hangi yöne dönse ne ile karşılaşacağını bilmediği durumlardan payına düşen çaresizlik doldu yeniden içine_ Dalgınlığını bozan sese kulak kabarttı.

- Şu an bu kıyıda hüznü sarınmış yalnızlığınla bir başına oturmuş, ay ışığının denizde çizdiği yakamozlara hayallerini salmış ve derinliğinde kaybolacağın düşüncelerle boğuşuyor oluşunu ne ile açıklayabilirsin?

- Dışarıdan bakınca yalnızlık olabilir bu sorunun cevabı lakin ben huzur arayışı diyorum." Dalgaların sakinliğine eş bir huzurun peşinde sürüklenen adımlarımın beni getirdiği bu yerde düşüncelerimi yoğunluktan, yoğunluğun karmaşasından sıyırmak ve içime huzuru doldurmak"diyorum.

- Bu durumdan memnunsun demek?

- Yalnızlık varmak istediğim sonuç değilse de olması gerektiğine inandığım bir durum. Anlatmaktan yorgun düşüyorsam eğer susmaktan başka çare gelmiyor elimden. Her kafadan ayrı ses ve düşüncelerin, anlamı olmayan tavsiyelerin çıktığı kalabalıkların orta yerinde boğulduğumu hissediyorum. Daha çok susmak ihtiyacı ile kendi kabuğuma çekiliyorum. Biliyorum ki ben susmazsam bana susulmayacak.

- Çünkü anlaşılmaktan da yoksunsun! Seni anlayabilecek olanlardan yoksun oluşunun acısı yalnızlığını böyle kıyılara sürüyor. Ve sen çok çabuk pes ediyorsun. Hayata yeniliyorsun.

Hayatının yanlış bir akışta seyrettiğini görüp anlasa da bunu değiştirmek, akışı tersine çevirmek güç yetirebileceği bir durum değildi. Dalga seslerinin sükuneti dağıttığı gecenin içinden yükselen ses uzun dalgınlıklara imkan tanımıyordu.

- Hayat acıları ve haksızlıkları kucaklamış dur(aksa)madan üzerine geldikçe yaptığın tek şey kendi kabuğuna çekilmek oluyor. Sen böyle oldukça daha çok yıkılırsın hayatta.

Öfkelenmişti bu sözlere. Zayıflığı yüzüne haykırılıyor ve acziyetle suçlanıyordu. Bir gölge gibi her an peşinde ve bir nefes kadar içinde olan ses bile kendisini anlamaktan bu kadar uzakken başkalarının anlamasını beklemeye hakkı yoktu ki!

- Zayıflık değil bendeki! Haksızlıklara boğun eğmiyorum. Korkup kabuğuna çekilen bir kaplumbağa gibi yürümüyorum hayata.

- Bu yaptığın ne öyleyse? Geriye dön ve çok değil yakın bir geçmişe bak. Sayısını hatırlamaktan aciz kalacağın haksızlıkları getir gözlerinin önüne! Uğradığın iftiraları anımsa!İnandıklarını senden, damarlarını çekip kopartıyorlarmışcasına acıtarak aldıklarını hatırla! Belki de hiç unutmadın değil mi? Şimdi söyle bakalım seni senden ederlerken sen ne yaptın?

Susuyordu. Çok şeyleri söylemek istiyor ama kelimelere yüklemesi gereken anlamları toparlayamayarak susuyordu.

- Birbirinin ardı sıra dizilmiş ümitlerinin gözlerinin önünde un ufak edilişini seyretmekten başka ne yaptın?

Öfkeli bir bakış savurdu karanlığın ortasında uzayan sese.

- Bakma öyle! Haklıyım biliyorsun! Karşı koymalıydın. İsyan etmeliydin. Bağırıp çağırmalı ve hatta sana bunları reva görenlerden intikam almalıydın. Canını nasıl yaktılarsa öyle canlarını yakmalıydın. İnandıklarını nasıl kopardılarsa, geri alana kadar savaşmalıydın.

İçine kini doldurmuş gibi yükselen sese inat oldukça kısık bir sesle cevapladı.

- Ne farkım kalırdı onlardan? Canım yandı diye can yakmaya kalksam, hayatımı mahvettiler diye intikam alsam, hesap sorsam, benim bunu yapanlardan ne farkım kalırdı?

- Böyle düşündükçe acıya ve yalnızlığa mahkumluğun sona ermeyecek. Acıyı bu kadar kolay kabullenirsen hayat sana acıları bol keseden vermeye devam edecek.

- Kendimi acılardan korumak adına inandıklarımdan taviz veremem. Beni ben yaptığına inandığım değerlerimi çöpe atamam. Acılar gelecekmiş, gelsin varsın. Ben kendimden geçmedikçe direncim diri duracaktır hayat karşısında ve gücüm artacaktır acıların önünde..

- Mutluluğu feda ediyorsun bu tavrınla!

Mutluluğu düşünüyordu; Deniz. Mutluluğun kendisindeki anlamını unutmaya başladığından bu yana nasıl mutlu olunur bilmiyordu. İçini dolduran, ardından lodosa maruz kalmış dalgalar gibi kabartan ve köpürterek içinin kıyılarına vuran duyguları kendi haline bıraktığı günden sonra unutmuştu mutluluğun anlamını. Bir yengeç kıyılarına sokulmaya başladı. Güçlükle yürüyordu. Dikkatli bakınca bir bacağının olmadığını fark etti. Yengeç varlığından rahatsız olmadan ayak uçlarına sürtünerek kayalıkların arasına yol aldı. Yaralıydı ama yaşıyordu. Parçalanmıştı bedeni muhtemelen içi kadar, ama hayata tutunmaya devam ediyordu. Halinden bir şikayeti olmadığı da anlaşıyordu.

- Mutluluk! dedi birden; işte bu yengeç gibi olmak! Yalnız ruhundan değil bedeninden parçalarda kopsa hayata sıkıca tutunmaktır. Elindekine razı olmaktır. Zorluklara karşı tek başına da olsa yılmadan mücadele göstermek, zayıf ve çelimsiz adımlarla da olsa kendi doğruları istikametinde yol almayı bilmektir.

- Kadere teslim olmak yani?


- Böyle de denilebilir.

- Kader de kader? Nedir bu kader? Neden kadere böyle körü körüne teslim oluyorsun?

Kader!Körü körüne teslimiyet!Kökten bir kaderci değildi; Deniz. Hayatını akışına bırakmış ardından olana razı olmuş değildi. Yaşanılan her anın ve başa gelen her olayın bir hikmeti olduğuna inanıyordu. Kişinin hayata bakışı ve hayat içindeki duruşu ile kendi kaderinin yönünü yine kendisinin belirlediğine inanıyordu. Rüzgar esince dalgaların kayalara vurması bir kaderdi. Aynı dalgaların kayalar arasına sıkışmış nice canlının ait olduğu denize kavuşmasını sağlaması da bir kaderdi.

- Kişi kendi kaderini kendisi belirler aslında. Yaşadıklarım benden çok şey aldı belki ama bir o kadar katkısı da oldu muhakkak.

"Bir musibet bin nasihatten efdaldir" derlerdi ya; yaşayarak öğrendiklerinin kendisinde daha kalıcı ve daha sağlam etkiler bıraktığını biliyordu.

- Bu da kadere teslimiyetin bir başka yönü. Her durumda hatayı kendine yüklemeyi seçiyorsun. Senin dışındaki her şey değerli fakat sen önemsiz bir nesneymişsin gibi.

- Yanılıyorsun. Benim anlatmaya çalıştığım bu değildi.

- Neydi peki?

Oturduğu kıyıda bakışlarını içine gömdüğü yakamozlardan ayırmadan çevresinde dönüp duran adımların huzursuz edici sözcüklerini bastıracak güçlü kelimelerin arayışındaydı.

- Sor bir kendine; neden şu anda yanı başında hayata senin gibi bakan, senin gibi düşünen, konuşarak, hatta susarak bile anlaşabileceğin bir dostun yok? Neden yalnızsın ve neden her şeyin tek sorumlusu olarak kendini görüyorsun?

- Ben böyle olmasını istediğim için! Farklı şeyler isteseydim hayatım daha farklı olurdu elbet! İçini titreten bir kahkaha koptu kulaklarının dibinde.

- Bu muydu senin istediğin? Güldürme beni! O çocuksu hayallerini bilmiyor muyum sanıyorsun? İçini kaplayan masum sevgini.İyiliğe olan hasretini. Sımsıkı saracak dostluğa özlemini bilmediğimi mi sanıyorsun?

Gözlerinden süzülen yaşları avuçlarına gömerek susuyordu. Hıçkırıklarını boğazına hapsederek susuyordu.

- İnandıklarını kaybederken kalbinde oluşan yaraları en iyi ben biliyorum. Sabahlara uzayan sessiz çığlıklarını ben duyuyorum. İçinin yangını bende hissediyorum. Sen ise çocukça bir inatla kendini suçluyorsun.

- Sus artık!

- Ben sussam düzelecek mi kalbindeki kırıklar? Susarsam son bulacak mı yanlış dostluklar yüzünden oluşan ayrılıklar? Ben sustuğumda her şey yoluna mı girecek? Gecenin şu karanlığında, kumsalın bir köşesine bıraktığın yalnızlığın sona mı erecek? Söyle hangisi?

Biliyordu; susku değiştirmeyecekti hiç bir şeyi. Yine de duymak istemiyordu. Önünde uzayan denizin karanlıklarına gömerek sessiz çığlıklarını nefsi ile savaşıyordu.

- Kendini koruyacak ve hayata karşı mücadele edecek gücü bulamıyorsan yaşamanın ne anlamı var? Haydi yürü şu soğuk ve karanlık sulara! Aciz bedeninle birlikte sırtına yüklenmiş onlarca acıyı, yüreğini yakan kahrı de göm derinliklere! Ama yapamazsın değil mi? Bunu da yapamazsın!

Ölümü hak edecek kadar aciz olduğuna inanmıyordu. Kendi içinde sayısız mücadelesi vardı. Hayata karşı, hayat içinde yaşanılanlara karşı savaşında teslim bayrağını çekmemişti asla. Mücadeleden anladığı saldırmak değildi. Savunma mevkisinde durup yaralanmayı engellemeyi, yaralamaya tercih ediyordu. Kendisine yapılmasından acı duyduklarını yapmaktan kalbinin tek sahibine sığınıyordu o kadar.


- Attığımız her adımla mutlak sona bir adım daha yaklaşmamızda bir kader. Sen yersiz ithamlarınla beni aldığım nefesten soğutup o mutlak sonu hızlandırmak derdindesin anlaşılan. Sana yenilmeyeceğimi göreceksin. Asıl zayıflık; kişinin kendisine yapılmasından rahatsızlık duyduklarını başkalarına yapmasıdır. Canı yanınca derhal intikama kalkmasıdır. Herkes kendisine atılan tokat"a bir tokatla cevap verebilir. Asıl erdem haksız yere inen tokat"a diğer yanağını dönebilmektir. Asıl fazilet en ağır hakarete tebessüm edebilmektir. Haksızlığı karşı haksızlıkla durmayışım hayatta onurlu duruşa denktir. Kişinin kendisine layık bulduğu seviyeyi koruması demektir.


- Kendini bu saçma sözlerle teselli ediyorsun. Heyhat! Faydasızlığını yakında anlarsın.

- Hayat dediğimiz bu muammanın da mutlak bir sonu olduğunu biliyorken neyin kavgasını yapmamı istediğini anlamıyorum.

- Hak ettiğin yaşam için mücadele et diyorum.

- Ben öyle bir hayat yaşamak istiyorum ki; yaşadığım her anın bana; sonu olmayan hayatta bir artısı olsun. Öyle davranışlarda bulunmak istiyorum ki; bu dünyada acizliğimden bağışladığımı sandığın haklarım, ihtiyaç duyduğumda elimden tutsun. Yaptıklarıma baktığım zaman pişmanlıktan eser taşıyan haller bulunmasın. İyi olma ve iyi kalma çabasının adı zayıflık olamaz. Kötülüklere karşı iyiliği muhafaza etmenin adı zavallılık değil. Ne dersen de, ben buna inanıyorum ve hayatta olmaması gerektiğine inandığım davranışlarının getireceği haklara şu kıyıda bir başına oturup dalga seslerini dinleyerek huzuru aramayı yeğliyorum.

İstediğini alamayacağını anlayan seste öfke büyümüştü. Dalgaların ortasına attığı büyükçe bir kayanın çıkardığı ses ve oluşturduğu halkalara dikkat çekti. Ay ışığının izin verdiği netlikte görülebilen halkaların yayılarak büyümesine işaret etti.

- İşte sen bu kaya gibisin. İnadından vazgeçmedikçe yalnızlığın karanlıklara düşecek ve ardından halka halka büyüyecek.

İnandıklarından vazgeçmeye zorlayan sesi duymaya tahammül edemiyordu. Sonsuza kadar sussun, yok olsun istiyordu. Ölümse bu ses ölmeliydi. Onu öldürebilmeliydi.

- Bir türlü kesilmeyen sesinin içime doldurduğu öfke ile bakışlarıma sirayet eden kızgın ok yerinden fırlasın ve alnının ortasında layık olduğu yeri bulsun istiyorum. Bir daha duyulmamak üzere kısılsın sesin!

Ardından hışımla kalktı yerinden.

- Şimdi tüm inandıklarımı, beni ben yapan değerlerimi ve bu kıyıdan topladığım yalnızlıklarımı alıp gidiyorum. Ve sen_ her an peşimde gölge, içimde nefes olan! Ölümse bu senin hakkın. Şanıma ölümü yakıştırdığın bu karanlık sularda kaybol istiyorum!

Zafer kazanmıştı Deniz. Eteklerini ıslatan dalgalardan topladığı hüzünleri alıp uzaklaşmaya başladı. Kıyılara vuran yalnızlıklarla çoğalttığı yüreğine doldurduğu huzur ile adımlarını hayata uzattı. Ardında bir deniz kaldı, ay ışığının yakamozları ile süslenen, birde kıyılarda bıraktığı iz..


- alıntı -

8 Ağustos 2010 Pazar

⎝⏠⏝⏠⎠ ♥ ⎝⏠⏝⏠⎠

Dilimle söylemem kalbim bilsin ,
Kalbimin bildiğini Rabbim bilsin ,
Hissederse bir tek O hissetsin ,
Önemi yok Gerisi varsın gitsin ..

ytsim

3 Ağustos 2010 Salı

Gülümseyişim doğuştan armağan

Duyduklarımı unutmak içinse çabam
ama inatla unutamıyorsam,
Gerçek olanın duyduklarım olduğunu bilip ,
Yine de Rüyalara inanıyorsam ,
Söyleyeceklerimin yüzüne bir tokat gibi çarpmasından
Hala seni kırmaktan korkuyorsam
Gerçekliğinde boğul istemiyorsam sözlerimin
Susarım
İşte o an yazmaya başlarım
taki gözyaşlarım yazdıklarımı silene kadar
(...)
İşte sabretmeyi böyle öğrendim ben
Tüm sevdiklerimi üzsede bu halim
(...)
Gülümsememse doğuştan arağan
Sadakatimi saklamaya çalışan

-ytsim-

27 Haziran 2010 Pazar

Sizce ?

ff' te dolaşırken bir cümle gördüm ve paylaşmak istedim sizlerle .

Cümle aynen şöyleydi :

''HAYAT;Bir sokak çocuğunun cebi kadar boş,öznesiz bir cümle kadar değersiz ve senin bana naber soruna iyilik dediğim kadar YALAN!''

Hayat sadece bunlardan ibaret mi ? Ya da hayat boş ve yalan mı gercekten ?

Eminim çoğunluk mantıklı düşündüğünde kurulan düzeni ve olayları takip ettiğinde olmadığını anlayacaktır. O halde nedir bize bunu düşündüren ? Nedir bizi hayattan soğutan ? Aşk mı ? Parasızlık mı ? Yalan mı ? Kötülük mü ? Nedir ben çözemedim sizlerin bulup çözmeniz dileğiyle...

Belirtmek istiyorumki nefes aldığım her saniye benim için özel ve bence dolu dolu yaşamaya değer ;)

Hayat bazen boş , değersiz yada tümüyle yalan gelebilir .Ama gidişatı tersine çevirmek bizim elimizde ;) Bardağa nereden baktığınıza bağlı ;)

8 Haziran 2010 Salı

İstanbul'da Yağmur ve Trafik ..

Şu üniversiteyi kazandım kazanalı yolda başıma gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir diye düşünüyorum artık..

8 Haziran 2010 ,

Bugün Mesleki İngilizce sınavım var Davutpaşa'da ve ben 8.15 te evden çıktım , biraz erken giderim birşeyler yerim düşüncesiyle ama yolculuk boyunca başıma gelenler birşey yemeyi geçtim sınavıma yetişeyim başka birşey istemiyorum dedirten cinstendi.

Annemin evde olmamasına rağmen dışarıdan beni sürekli arayıp "evden çıkmadan şunu giy", "şemsiye al", "aman dikkat et" ,"aklım sende", "varınca ara" sözlerine sinirlensemde anne kalbinin ne kadar da haklı olduğunu bir kez daha anladım gerçekten.

Otobüs her zamankinden boştu ancak birkaç durak gidip annemi aradıktan sonra (iyiyim merak etme diye) otobüsler ve araçların hepsi 25 dakıka falan hiç haraket etmediler. Sonra biraz biraz ilerlese de en son otobüsler kontak kapattı yolda. Benim gibi acelesi olan çok sayıda insan otobüslerden inip yürümeye başladık. Ben Fatih Sultan Mehmet Hastahanesi'ne gelmeden indim ve Uzunçayır metrobüs durağına kadar yol çalışmalarının olduğu o çamurlu yoldan yürüdüm. Yolun öyle yerleri vardı ki bir yerde tırmanıp atlamamız gerekti , çünkü kazılan yerler gölcük haline gelmişti ve yol ayrımı olduğundan başka yer yoktu geçicek. Atlarken bayanın birine yardım edeyim derken düşmem de günün hediyesi :(
En son çare olduğunu düşündüğümüzden , yürü yürü bitemeyen (8 duraktan biraz fazla ancak sorduğumda 11 denildiğinden ben 11 biliyordum) o yolculuk boyunca ,kullanmayı bilen bilmeyen onca insanın kendilerini şeker sanıp erime korkusuyla arabalarına sarılmalarına kızarak , hem de yorgunluğun , yağmurun çamurun ve açlığın (ki tanıyanlar bilir hemen gözlerim kararır) verdiği gerginlikle arkadaşımı aradım hocamla konuşturması için. Hocam ne olursa olsun sınava yetişebilirsem gelmemin iyi olacağını yarım saat geç bile kalsam sınavın 1 saat oldugunu söylemesi üzerine var gücümle kalan durakları da yürüdüm. Bu arada da yoldaki durumu elimdeki telefonla görüntülemeye çalışıyordum. Yaşanılan sefaleti görmeliydiniz , insanların bilinçsizce evlerinden çıkardıkları arabalar yüzünden ambülansın bile o yola girmesi bir yarım saat aldı ki kendileri kaç saat o trafikte kalmıştır bilemiyorum !!
Cevizlibağ'a geldiğimde sınava 5 dakika vardı. Ve 11.04 civarı okuldaydım. O an kendime inanamadım gerçekten . Nasıl varmıştım okula hala şaşkındım.
Okula vardığımda araştırma görevlilerimizden Reşit Çelik sınıfa giriyordu . Tam yerime oturduğumdaysa sınavın bir yarım saat sonra başlayacağını söyledi. Ancak ben o kadar kötüydüm ki tam olarak ne dediğini anlayamadım. Kızlar sınavın yarım saat sonra olacağını yada iptal olacağını söyleyince yıkıldım. Ancak ısrarla sınavın gelemeyenler için biraz ileri saate çekildiğini savunuyordum. 10 dakika içinde sınıfa Yrd. Doç. Dr. Atıf Ahmet Evren hocamız girdi ve beni görünce "Geldin mi ? Nasılsın ?" dedi . Ve "Arkadaşlar başlatıyorum sınavı" dedi. O an gerçekten yaşadığım onca zorluk sanki uçup gitti. Benim gösterdiğim yetişme çabasına karşı ,karşımda haklarını bilen , insiyatifini kullanabilen ve öğrenci yanında bulunan bir eğitim görevlisi vardı ,ki bulmak her zaman bir öğrenciye nasip olmuyor gerçekten.

Sözün özü ; 2 damla yağmur görünce arabalarına sarılan vatandaşlarımız umarım artık biraz daha duyarlı olurlar ve Yrd. Doç. Dr. Atıf Ahmet Evren hocamız gibi hocalarımız kendi haklarını bilip , insiyatif kullanabilirler. Hocam size bir kez daha burdan teşekkür etmek istiyorum.

5 Haziran 2010 Cumartesi

beni biraz tanıma zamanı ..

İnsan zamanla kendini daha iyi tanıyor ve hayata ,kendine dair daha çok şey öğreniyor...
( Her geçen gün öğrendimle başlayan cümlelerimin sayısını tahmin bile edemezsiniz..)
Öyle ki her gün uzun saatler boyunca yolculuk ediyorum ve geceleri kendimle en az yarım saat başbaşa kalıyorum.. O kadar çok şey düşünüp o kadar çok tartıyorumki yaptıklarımı ,yaşadıklarımı. Yanlış bulduğun olayları farklı açılardan ele alıp benim ne kadar yanıldığımı anlamaya çalışıyorum , haksız bulduğum insanların yerine kendimi koyup onlar ne düşünmüştür diye birçok farklı açıdan düşünüyorum. Birini yargılamadan ya da ona kızmadan , o bana ne kadar kızdı diye soruyorum kendime. Daha az konuşup daha çok EMPATİ kuruyorum.
Ama an geliyor hiç düşünmeden davranıyorum , yersiz gururu kibiri yenmek için içimdeki çocuğu özgür bırakıyorum. Bana yanlış yapanlara bile çiçek uzatıyorum adeta. Gülümsememle cezalandırıp , tepkisizliğimle utandırıyorum. Ne olursa olsun hep kendime batırıyorum iğneyi ne olursa olsun kendimi zehirliyorum hep. Çünkü biliyorum istersem öyle acıtırım ki bir daha toparlanması mümkün olmaz ,bunu kendime batırdığım iğnelerden biliyorum. Eğer bir gün birinin canını acıtmak istediğim için acıtırsam 'en tehlikeli kadın sabrı denenmiş kadındır' sözünün doğruluğunu anlamasını istediğimden yaparım bunu , ki hiç sanmıyorum yapabileceğimi. Kolay değildir beni o noktaya getirebilmek kolay değildir sabrımı sınayabilmek.
O kadar iyi tanıdım ki kendimi bugün daha da bir emin oldum neleri kaldıramadığımı , kabul edemediğimi..
Haksızlık , bencillik , kin , İNTİKAM , NAZ , BLÖF , şantaj , tehdit , KISAS , saygısızlık vb şeylere gercekten tahammül derecem düşük..
İnsan kendisine yapılmasını istemediği şeyi karşısındakine yapmazmış..
Ben yapmamaya çalışıyorum ,eğer yapmışsam da bilinçli olarak yaptığımı sanmıyorum..
Bana da yapılmazsa sevinirim çünkü her türlü konuda anlayışlı olmaya çalışan ben artık gerçekten bunlara gelemiyorum , tepkisiz kalmak için , alttan alabilmek için kendimi oldukça zorluyorum ..
Ve bence bir insana yapılabilecek en büyük kötülük onu yok saymaktır , eğer ben yokmuşum gibi davranmak gibi bir hata da bulunursanız bilin ki sizi yok sayarım .. (tahammülüm değil mazereti yok bu davranışın)

25 Mayıs 2010 Salı

Kadın 'hayır' diyorsa o 'hayırdır'

" Herkese boncuk dağıtıyorsan senden boncuk almam , ama sana dağıtman için bir boncuk dükkanı açarım , hatta ara sıra da uğrar ilerleme var mı yoklarım ;) "

Evet biliyorum herkes bu sözüme çok kızıyor.
Belki çok ukala ,çok megolaman buluyorlar beni ama hiç alakası yok.
Kızlar nedense iki güzel söze, bir buket çiçeğe tav olacaklar ,bir şarkıya dizlerine kapanacaklar sanan onca erkek varken benim bunu söylemem çok normal.
Önce kıza dünyanın en ince en duygusal erkeği gibi yaklaşırlar kendilerini olabildiğince rezil ederler ,sonra bakarlarki kız çok zor ne söze ,ne şarkıya , ne pankarta hiçbir şeye tav olmuyor karalamaya kalkarlar, baktılar onuda başaramadılar iftira atarlar ,onu da tutturamadılar dengeleri iyice bozulur saçmalarlar.
Bir yalvarıp bir laf sokarlar. Sonra da kızlar parayı sever, kızlar kariyeri sever der dururlar. Hazmedemedikleri birşey vardır hep. REDDEDİLMEK.
Oysa kız onu hayatından büsbütün reddetmiyordur.
Ya kalbi doludur ya aradığı o değildir.
Ama anlamazlar çünkü önemli olan en yeni en popüler cep telefonuna ulaşmaktır onlar için(bu bir erkek grubunun kızlar için tabiridir).
Tüm içeriği çözdükten sonra daha yenisini isterler.
Çözemezlerse bir ömür o benim uğurum ,o benim şansım diye pervane olurlar.
Aşk bu olmamalı bence.
Aşk milyonların içinde bir kişiye , ruh ikizine olursa güzeldir.
Ruh ikizi dediğim zaman aynı iki karakterden bahsetmiyorum tabiki.
Ruhunun boşluğunu tamamlayabilecek olan kişiden bahsediyorum.
Senin ruhunun tamamlayıcısından.
Öbür yarın olabilecek kişiden. İşte bunu anladıkları gün kadınları çözebiliecekler erkekler.
Bir kadın için sevdiği birinin 60 yılda 1 kez söylediği güzel bir söz ona hayatı boyunca yetecek , dünyanın en güzel mutluluğunu yaşatacakken, dünya üzerinde yapılmış en güzel şarkı ,yazılmış en güzel şiir bir başka erkek tarafından armağan edildiğinde işe yaramayacaktır.
Alınan hediyeler, yollara serilen çiçekler açılan pankartlar, yapılan serenatları gözü bile görmeyecektir.
Çünkü kalbi yalnız ve yalnız sevdiği kişi için atıp gözleri yalnız onun için bakıyordur yada bakacaktır hayata ..


İlginç ki bu yazı okuduğum bir ieltiden sonra bir anda çıktı ama umarım işe yarar ve böyle düşünenlerin birkaçı olsun anlar kızların gerçekten hayır dediğinde hayır demek istediğini. Belirtmek istiyorum ki her erkek tabiki böyle değil. Ya öğrenmişler yada hiç bu bahsettiğim kişilikte biri olmamışlar. Zaten anlatılanlar gideceği yeri bilir ;)

# dört mum ..


Dört mum yavaşça yanıyordu.


Ortam çok yumuşaktı ve konuştukları duyuluyordu.


İlki atıldı söze :"Ben BARIŞIM. Artık kimse benim yanık kalmamı sağlamıyor ,sanırım söneceğim." Alevi hızla azaldı ve bütünüyle söndü.


İkinci mum dile geldi: "Ben İNANCIM! Neredeyse herkes benim artık gerekli olmadığımı düşünüyor , o nedenle daha fazla yanık kalmama hiç gerek yok." Konuşmayı bitirdiği anda hafif bir rüzgar esti ve hemen söndürdü onu.


Üzgünce üçüncü mum sırası gelince konuştu: "Ben SEVGİYİM. Ve yanık kalmak için artık gücüm kalmadı. İnsanlar beni bir kenara attı ve önemimi anlamadı. Kendilerine en yakın olanları bile sevmeyi unuttular." Ve hiç zaman yitirmeden diğerleri gibi o da söndü.


Ansızın.. Bir çocuk , odaya girer ve üç mumun yanmadığını görür.


"Neden yanmıyorsunuz !? Sizin sonuna kadar yanmanız gerekiyor." Bunu söyleyerek çocuk ağlamaya başlar.


Bunu duyan dördüncü mum dile gelir :"KORKMA! Ben hala yanıyorken diğer mumları yeniden yakabiliriz.


"BEN UMUDUM .."



Bu hikayeyi paylaşmamdaki amacı şu sözlerle ifade etsem yeterli olacaktır sanırım.


^^ Umudunuzu asla kaybetmeyin. Ve kimsenin umudunu(zu) kırmayın (kırmasına izin vermeyin) .Unutmayın belkide sahip olduğu(nuz) TEK şey aslında odur! ^^

11 Nisan 2010 Pazar

HUZUR

Muzurluk mu bunun adı çocukluk mu bilemedim ..

Belkide üstümdeki asırlardır eylemsizliğimden kalan tozları silkelemek ,yorgunluğumu atmak ,biraz HUZUR bulmak..

Gülmek istiyorum, hiçbir şey düşünmeden davranmak; sonunu düşünmeden ne olacak diye korkmadan , hiçbir duygu katmadan konuşmak istiyorum.

Asırlardır suskunmuşum gibi anlatmak istiyorum bir bir ne varsa sadece O'na.

Başka kimse olmasın istiyorum.

Sanki yokmuşum gibi kimseler duymasın ,düşünmesin istiyorum .

Bir kez olsun göz önünde olmamayı başarmak istiyorum.

Kimse üstüme düşmesin ,kendinden çok önemsemesin ,yazdıklarıma ,yaptıklarıma tepki verip yorum yapmasın istiyorum.

Yaptıklarımda düşünce olmadığı için yargılanılmasın istiyorum.

Mutsuzlukla gelen tüm sayfaları kapatmak istiyorum bugün..

Kalbimi bütün sevgilerden seçtiğim en gerçek olanına en kıymetlisine açıyorum bugün ..

Bugün böyle olmak istiyorum .

Çok şey mi istiyorum ?

25 Mart 2010 Perşembe

Değer mi bir düşünün derim ;)..

İnsan kime alınır, kime nazı geçer hiç düşündünüz mü ?
Neden inciniriz, kimler incitebilir bizi? Yada incittiklerini dile getirdiğimizde neler hissederler? Üzülürler mi dersiniz sizin üzüldüğünüz kadar ? Anlarlar mı sebebini kırgınlıklarımızın , tekrarlamazlar mı dersiniz? Belki. Belki anlarlar ama anlamama ihtimallerine ne olacak? Değecek mi döktüğümüz onca göz yaşına ,kırgınlıklarımızı anlatmak için gösterdiğimiz çabamıza ?
Ne kadar çok sor sordum değil mi ? Ne kadar çok sizi düşünmeye sevk ettim . Oysa düşünmek değil mi kırgınlıklarımızın alt yapısı, bizi acı bataklığına saplayıp aşağıya çeken ? Ama sanırım bu kez sizden gerçekten düşünmenizi istedim .

Düşünün ailesini depremde kaybetmiş ufak bir kız çocuğunu, hissettiği çaresizliği, yalnızlığı, acıyı düşünün. Alınganlık gösterip kendinizi yiyip bitirdiğiniz konu bundan daha mı üzücü yada daha mı çok hak ediyor gözyaşlarınızı ,kendinize acımanızı ? Düşünün ve alınganlık gösterip kendinizi hırpalamadan önce hayatta gerçekten üzülecek ne kadar çok şey olduğunun farkına varın. Biraz empati kurun,biraz daha güçlü olun,karşınızdakini dinleyin yargılamadan önce . Hemen yargılamak neden ? Yargısız infazlar sonucu geçecek sıkıntılı dakikalar mı yoksa açıklama sonucunda sorununuz çözülmüş halde geçecek güzel dakikalar mı tercihiniz?
Ama diyorsanız eğer ben kafamda kurduklarımın doğruluğuna inanıyorum sormama gerek yok ben haklıyım acımla beni baş başa bırak. Buyrun devam edin. Hatta biraz yardımcı olayım size :) '' Ne kadarda haksızlık ediyorlar değil mi size? Oysa siz, siz onların yerinde olsaydınız bunu asla yapmazdınız!! Tek suçunuz iyi olmak sizin . Evet ,evet tek suçunuz bu olmalı.'' Bu düşüncelerle geçsin ömrünüzün o kıymetli dakikalarız ,çünkü siz üzülünce herşey düzelecek değil mi ? Uyanın ! Uyanın da bir çevrenize bakın. Bu düşünceler beyninizi kemirirken onların hayatlarını yaşadığını göremiyor musunuz? Hayat akıp gidiyor ve siz bunlara üzülürken atı alan Üsküdar'ı geçiyor üstelik sizi kırmış olması onun umrunda bile değil.

Şimdi tekrar düşünün lütfen,,

Kim üzebilir sizi,sizden başka?
Kim doldurabilir içnizdeki boşluğu siz istemezseniz?
Kim mutlu edebilir sizi,siz hazır değilseniz?
Kim yıkar,yıpratır sizi ,siz izin vermezseniz?
Kim sever sizi ,kendinizi siz bile sevmezseniz?
HERŞEY SİZİNLE BAŞLAR SİZİNLE BİTER.
Yeterki yürekli olun ,tüketmeyin,tükettirmeyin içinizdeki yaşama sevincini..
Ve hatırlayın , ÇARESİZSENİZ ÇARE SİZSİNİZ ;)

11 Mart 2010 Perşembe

Hayat bir yarışmış meğerse en acımasızından :S

Hayat acımasız bir yarışmış meğerse..

Ben bu satırları yazarken bir yandanda babamın bana anlattıklarını dinliyorum aslında. Dinliyorum ama zaten ağıran başım şuan sinirden çatlıyor resmen. İş hayatında olabilecek en kötü ne olabilirki diyorsunuz belki ama işte öyle değilmiş. Günlük hayattaki kıskançlıklar hiçbirşeymiş az önce duyduklarımın yanında.

Hani hep derler ya "başarılı insanların çevresi gitgide azalır" diye hakikaten çok doğru. Hem kendi yaşantımdan hemde çevremden bunu çok iyi görebiliyorum. Ama malesef çocukluğumdan beri babamın daha doğrusu rahmetli dedemin "iyiliğe iyilik her kişinin karı ama kötülüğe iyilik Er kişinin karı"lafıyla yetiştiğimden ,adaletin, insanlığın, affetmenin benim için çok önemli kavramlar olmasından dolayı bildiğim halde bu acımasız yarışta hep yara alan taraf oldum. Bu nedenle olucakki babam bugün benimnle tecrübelerini paylaşmak istedi. Epey bir süre anlattıklarını bilgisayar ekranına bakarak dinlemiyormuş gibi hafızama alsamda aslında içten içe oldukça sinirlendim. Yaşadıklarınızla bağdaştırıyorsunuz ister istemez. Bana herkese hergün bildiği öğrendiği tüm bilgileri aktardığını bunda bile sorunlar çıktığını ama o ısrarla devam ettiğini söyledi. Ve benden ne olursa olsun tecrübe ve bilgilerimi herkesle paylaşmamı istedi.

Rahmetli dedmle babam arasındaki ufak bir diyoloğu aktardı.
Dedem birgün babama dönüp "oğul neden güreşçiler artık hemen sırt üstü düşer duruma geldi ?" diye sormuş. Babam da sanırım beslenme tarzımız biraz dengesizleşti ondan olabilir mi ? dediğinde . Hayır oğul bundan değil her pehlivan çırağına kendi bildiklerinin hepsini değil sadece bir kısmını aktarır ki birgün çırak onu yenemesin usta çırağı geçmesin diye demiş. İşin kısası Bir pehlivan 10 fent biliyorsa çırağına 9 fent öğretirmiş oda çırağına 8 oda çırağına 7 fent ve bu devran böyle gidermiş.Böylece asla usta çırağı geçemezmiş ama sürekli bir gerileme olurmuş.

Bu nasihat babamın aklından hiç çıkmamış. Ne kadar bildiği varsa herkesle paylaşmış ama o günün sonunda kendine hep yeni birşeyler katmayıda asla ihmal etmemiş. Böylelikle her gün yeni bir bilgi aktarırken kendinede yeni bir bilgi kattığından yine usta olan o olmuş.

Sabır çok önemli dedi. Sabır, disiplin ve ileri görüşlülük.
Birgün iş yerine gittiğinde odanın kapısını açıkta bulabilirsin evrakların çalınmış yada kaybolmuşta olabilir ama sen önceden bu ihtimali düşüneceksin ki sıkıntıya düşen sen olma. Ava gelirken avlansınlar kendi silahlarıyla dedi. İşini kendi işin gibi sev ve koru dedi. Ne olursa olsun sen prensiplerinden ödün verme. Birgün sana yapılabilecekleri düşün ve kimseye yapma.

Bilseniz babamın ne pirpirikli olduğunu ve benim ilk kez babamı bu kadar saat dinleyebildiğimi bunların ne kadar önemli olduğunu anlardınız gerçekten. O duyduklarımdan sonra artık her yaptığı davranışın ne kadar haklı olduğunu düşünmeye başladım. Belki ilk kez empati kurmayı başarabildim yada geç kalınmış bir empati kurdum onunla. Tek bir boş kağıdı bile yanlışlıkla eve getirsek verdiği tepkinin neden yerli olduğunu anladım. Takıntı olarak gördüğüm şeylerin ne kadar büyük tecrübeler olduğunu anladım.

Bu acımasız ama gerçek olayları tecrübeleri benimle paylaşıp bunca yıl namusuyla ve prensipleriyle çalışan babama Teşekkürlerimi iletmek istiyorum.. Şimdi on u daha iyi anlıyorum ..

6 Mart 2010 Cumartesi

Girişimcilik Akademisi ..

Nasıl ve nerden başlamalıyım desem yalan olur heralde çünkü yazma nedenim çok belli.

Bu bloğu açmaya 05.03.2010 Yıldız Teknik C Blok Konferans salonundaki Young CEO Club ın hazırladığı Girişimcilik Akademisi seminerlerinin 2. oturumdan sonra karar verdim.2009 yılı genç girişimcilerinden biri olan Ömer Ekinci'nin önerisi üzerine tabiki.

Aslında çok uzun zamandır açmak istememe rağmen kendime zaman ayıramama hastalığına yakalandığımdan bunu gerçekleştiremiyordum Ömer Ekinci sayesinde şuan bloğuma ilk yazımı yazıyorum bile ve burdan ona teşekkür etmek istiyorum ..

Dün katıldığım konferanstan bahsetmek istiyorum aslında.. size bu konferans hakkında biraz bilgi vermek ve yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum.. (çünkü bu konferansı uzun zamandır bekliyordum ve sabah dersime gitmememe rağmen sırf konferans için okula gittim.)

Konferansın ilk oturumunda 'Başarılı Girişimci Olmak' başlığı altında Süleyman Orakçıoğlu bizlerle tecrübelerini paylastı. Genç yaşında bunca başarıya ve kariyere sahip olması hepimizi bir kez daha kendine hayran bıraktı.. Duruşu ve asaletini işin içine katmıyorum zaten. Biraz verdiği bilgilerden bahsetmek istiyorum sizlere.

Başarı için ilk söylediği söz 'Herkül kadar güçlü değilsek,Arşimet kadar zeki olmalıyız'dı. Ve başarılı olmak için ona söylenen 2 kuralı bizle paylaştı
1. Başarıya ihtiyaç duymak
2. Merakın olması

Eğer bu iki şeye sahipseniz başarı size gelecektir diyor Orakçıoğlu.

Şuan bunu okuyanlar hadi canım ordan şans olmadığı sürece bunlar hiç birşeye yaramaz. Adamda şans varmış Allah yürü ya kulum demiş yürümüş diyenleriniz elbette olacaktır. Onu da düşünmüş olacakkı Orakçıoğlu 'Siz oyuna hazırsanız ŞANS size yardım edecektir! ' diye devam etti sözlerine.

Ve bizlere vizyonun ne olduğunu sordu.İçimizden gelen haliyle.Her işletmecinin ve işletmenin bir vizyonu bir misyonu olması gerektiğini söyleyerek.Ve ardından Vizyon için şu tanımı yaptı.

Vizyon : PLANLANMIŞ HAYALLERDİR !!

Hayallerimizi planlarsak ulaşmak için hiçbir engelin bizi yıldıramayacağını belirtti.
Ve hayatım boyunca bana yardımcı olacağını düşündüğüm şu tekniği anlattı bizlere.

Kendimizi 3 farklı odaya teker teker koymamızı istedi.

1. Oda= Hayaller Odası

Bu odada engel yok.Unutmayınki hayal gücü sınır tanımaz. Bu odada günlük stresten kendimizi arındıralım dedi. Ve yalnızca olmak istediğimiz yer ,yapmak istediğimiz sey ve kişileri düşünelim. Hayallerimizi olabildiğince büyütelim. Hatta bir tabir varya hani Kaf Dağının arkasını hayal etmek diye işte tam onu başaralım bu odada istedi.

2.Oda=Engeller Odası

Kurduğumuz hayallerin 3 yada 4 tanesibi seçip bu hayallerin üzerindeki engelleri düşünelim. Engeller odası bizim için sevdiklerimizle fikir alışverişi yapabileceğimiz tartışabileceğimiz bir yerde olabilir.Çıkabilecek tüm engelleri düşünüp çözüm arayalım. Planlarımızı aksatmamak için çözümler. Olabildiğince kafa patlatıp tespit edebildiğimiz kadar olası sorunları tespit edelim.Ve bütüm bu işlem bittikten sonra elimizde artık bir 'REÇETE' var dedi.

3.Oda=Uygulama Odası

Uygulama odası çok önemli. Çünkü hayal ettiğimiz şeyin ne kadarını hayata geçirebiliyorsak o kadar başarılı oluyoruz demektir.Hayal dünyasında yaşamaktan arınıyor ve başarıya koşuyoruz demektir.Ve EMPATİ sihirli sözcüğümüz. Çok önemli.
1) Beni NEDEN seçsin?
2) Beni NE İÇİN seçsin?
3) Beni NEDEN alsın?
Bu sorulara karşımızdakinin gözüyle bakabilip cevap verebilecek duruma gelebiliyorsak bunu başarabiliyorsak birşeyleri aşabilme bazı duvarları kırabilme şansımız var demektir. Empatinin öneminin işte burada devreye girdiğini belirtti.

Ve tekrar yeniliyor Orakçıoğlu ' Siz Oyuna hazırsanız Şans size yardım edecektir!'

Seminerin sonuna doğru bizlerden soruları almadan önceyse bizlerden 2 şey yapmamızı istiyor Orakçıoğlu.

1. Aşamada : Çalışmayı istediğimiz firmaları seçmemiz ve mercek altına almamız. Sonrada o firmalara başvurmamız.Başvurmadan önceyse en az 6 ay bir iş tecrübemizin olması. Çünkü işte ilk 6 ay yada biraz daha falası pişme yani ezilme dönemidir. Sen kim olursan ol diyor.

2. Aşamada : O firmanın rakipleriyle ilgili bir araştırma yap diyor.Objektif bakış & akıl gücümüzü birleştirmemizi istiyor bizden.

Son olarak modaelinizde.com'u nasıl kurduğunu ve genç beyinlere nasıl yardımcı olduğunu ve onlar sayesınde nasıl yenı bır dalda basarıya ulastıgını anlatıp bizlere veda ediyor. Gerçekten bu güzel öneriler için Süleyman Orakçıoğlu'na teşekkr ederiz..

Konferansın araya girmesinden sonra bu bloğu yazma nedenim olan genç girişimci Ömer Ekinci alıyor sahnedeki yerini. Hatta öyle bir alıyorki izleyenlere nasıl yani dedirtiyor. Bir kere oldukça genç ve ilginç birini sahnede görünce (ilginç dememin nedenini birazdan açıklayacağım) oldukça şaşırdım. Konferansı düzenleyen herkesle tek tek şakalaşıp bizlerle önceden tanışıyormuş havasında bir samimiyetle konuşuyordu. İlk dakikalarda girişimcilik adakemisi programlarını düzenleyen arkadaşımız Berkan'ı çağırın bana diyip elindeki box eldivenlerini bizlere göstermesi salonda bir bomba havası yarattı =)

Neyse gelelim bize verdiği bilgi ve tecrübelere. Şimdi bunu okuduktan sonra belki araştırma yaparsınız merak edip diye belirtmek istiyorum kendisi 1984 doğumlu biri ve yaptıkları onun 40 lı yaşlarda olduğu izlenimine kapılmanızı sağlayabilir. Bunu söyleme nedenim bize söylediği gibi o yaptıysa bizimde yapabileceğimiz hiçbir zaman unutmamız içindi.

Konferansta anlattıklarını elbette sizlerle paylasacağım ancak daha çok konferansın bana kattıklarını anlatmak istiyorum.

Öncelikle üniversitede 3.yılım ancak hazırlıktan yada 1. sınıfın ilk döneminden sonra 1 yıl kabuğuma çekilmiştim. Kişsel gelişim ve girişimcilikle çok ilgilenirken kendimi dünyadan soyutlamıs hale gelmiştim resmen. Bu dönem (22 Şubat itibariyle özellikle) bir kulüp kurmak hevesiyle herkesi ayağa kaldırmış ve içimde o 1 yıldır biriktirdiğim yaşama hevesimle yeniden başlamıştım adeta hayata. Bu konferans bana isteyipte erteleğim nasılsa zamanım çok dediğim onca şeyin aslında çok önceden yapılabileceğini gösterdi. Doğru zamanda doğru yerde olmanın önemini bir kez daha hatırlattı.Hayatta hiçbir şey için mazerete gerek olmadığını. Dünyada ölümde olsa hayatın hep devam ettiğini hayallerimizi peşinden koşmayı ne olursa olsun bırakmamız gerektiğini bir kez daha hatırlattı. Konferansın başında bana süpriz yapıp beni yalnız bırakmamak için gelen 2 yakın dostum bu konferansa girmemem için beni caydrmaya çalışırken artık her hafta gelmek istediklerini konferans snunda bana tesekkr ederek bildirdiler. Başarılı olduğum için birçok şey gelmişti zamanında başıma. Dost dediğim insanların yok olduğunu görmüştüm. Beni yapmadığım şeyleri yapabilmekle suçlamışlardı belkide bunun doğal birşey olduğunu öğrendim bu seminer sonrasında ve kendimi geri çekmemin ne kadar boş olduğunu anladım. Şuan çok daha rahatım mesela. Eleştirinin ne kadar değerli olduğunu ve herzaman benden daha iyisinin çıkabileceğini,hiçbir zaman tek kalmayacağımı ama ilklerin unutulmayacağını öğrendim. Bununla birlikte çok içten ve candan bir insan olan Ömer Ekinci ile tanışmış oldum. Şuan bu bloğu yazıyorsan onun sayesindedir. Benim hep söylediğim birşey vardı. Konuşmacı olmak ,kişisel gelişim uzmanı olmak yada bildiğim ne varsa herkesle paylaşmak(ahmet şerif izgören'in uğurböceklerinden olmak istiyorum ya hani) ,paylaştıkça çoğalmak başarmak ve mutlu olmak. Dünkü konferansta onca insan arasından Ömer ekinci beni seçip konferansta bana bir şirket kurduracağını söyleyince (süremiz yetmesede sözünü tutmaya devame diyor emin olabilirsiniz)şaşırmıştım. Bana ilk olarak yapmam gereken birkaç şey söyledi işte bu blog bunlardan bir tanesi sadece. Platforma çıktığımda bana ilk olarak 'Şans insanın başına gelen şey değil onlara ne reaksiyon verdiğidir' dedi. Ardından salondaki herkesten gözlerini kapamasını ve simyacı adlı kitapta yazan benim o çok sevdiğim şu sözleri söyledi ard arda 4 defa . 'Bir insan bir şeyin olmasını ne kadar isterse tabiattaki herşey onun olmasına yardım eder' ve gözlerimi açtığımda bu yöntemi kullanmasının yanında birinin bana yaptırmasının ne kadar harika olduğunu hissedip istediğim herseyin peşini bir kez daha bırakmamakta ne kadar haklı olduğumu anladım.

Sevgili Ekinci seminerin sonunda belkide en çok işimize yarayacak sözleri söyledi diye düşünüyorum. Teşebbüs edin olmadı mı? bir daha olmadı mı? bir daha olmadı mı? bir daha. Olumsuzluklardan kaçmayın. Yalnızca isteyin ve deneyin. Ne kadar doğru değil mi ?

Bana kattığı onca güzel şeyden sonra hem bu organizasyonu düzenleyen Girişimcilik Akademisi ekibine hem sayın Süleyman Orakçı'ya hemde bana her zaman destek olacağını hissettiren beni davamda yalnız bırakmayacağını bildiğim Ömer Ekinci'ye teşekkürlerimi iletmek istiyorum..

Ömer Ekinci 'nin hazırladığı slaytı ve sunumu sitesini takip ederek bulmanız mümkün ..www.omerekinci.com