25 Ağustos 2010 Çarşamba

Ses: Her an peşimde gölge , içimde nefes olan..


Kumsalda oturup huzur içinde denizin içli nağmelerine kulak kabartıp ay ışığının sularda çizdiği yakamozlara düşleri salıp, kıyılara vuran yalnızlıkları toplamak..

Yılların yorgunluğunu yüzündeki çizgilerde saklayan Deniz kumsalda bıraktığı izlere bakmadan kuytu bir kayanın dibine yorgun bedenini iliştiriyordu. Dalgalar; sırtını yasladığı kayalara bazen incitmekten korkarcasına, bazen de öfke duyuyormuş gibi sertçe vuruyorken, anılarını dalgaların köpüklerine katıp enginlere salan Deniz'in; bakışlarında ılık bir meltem rüzgarı saklı gözlerinden süzülen bir damla haykırıyordu, içini yıkan yalnızlığı ve döküyordu yürek yakan acıların kahrını.

(Ne kadar çok yalnızlık toplarsam o kadar kalabalık olacak içim biliyorum.)

- Yalnız olduğunun farkındasın demek?

Bakışlarını yakamozlardan çekmeden ve birazda kızgın bir ses tonuyla cevapladı.

- Sen bir gölge gibi peşimde yol alırken yalnızlığın tadına varmak pek mümkün olmuyor.

- Varlığımdan rahatsız oluyor gibisin fakat unutma ki sen bensiz yapamazsın. Bende gidersem senden; bu yalnızlığı kaldıramazsın.

-Yalnızlık bir tercihse sorun olmaktan çıkar. Çoklarının harmanladığı, harmanlarken karıştırdığı bir hayatı değil, azınlıkların sadeliğinden doğan bir yaşanmışlığın ortasında olmayı tercih edişimden pişman değilim.

- Gözlerinin kıyısından suçlu bir çocuk gibi süzülen hüznün anlamı ne öyleyse?

- Yalnızlıktan olduğunu mu sanıyorsun?

- Yalnızlık değilse nedir?

- Ne çok soru soruyorsun. Senin sorularına cevap aramakla tükeniyor ömrüm.

- Sorduğum her bir soru hayatına ve tercihlerine ışık tutmak için. Işığımdan yoksun kalırsan karanlıklar seni boğar.

Karanlıkların orta yerinde tek başına çırpınışının hayali belirdi zihninde. Hayat; acı yönlerini kuşanıp sarmaladığında, karanlık bir boşluğun orta yerinde, yön bilmeden dönüp durduğu hissine kapıldığı günlerini anımsadı. Hangi yöne dönse ne ile karşılaşacağını bilmediği durumlardan payına düşen çaresizlik doldu yeniden içine_ Dalgınlığını bozan sese kulak kabarttı.

- Şu an bu kıyıda hüznü sarınmış yalnızlığınla bir başına oturmuş, ay ışığının denizde çizdiği yakamozlara hayallerini salmış ve derinliğinde kaybolacağın düşüncelerle boğuşuyor oluşunu ne ile açıklayabilirsin?

- Dışarıdan bakınca yalnızlık olabilir bu sorunun cevabı lakin ben huzur arayışı diyorum." Dalgaların sakinliğine eş bir huzurun peşinde sürüklenen adımlarımın beni getirdiği bu yerde düşüncelerimi yoğunluktan, yoğunluğun karmaşasından sıyırmak ve içime huzuru doldurmak"diyorum.

- Bu durumdan memnunsun demek?

- Yalnızlık varmak istediğim sonuç değilse de olması gerektiğine inandığım bir durum. Anlatmaktan yorgun düşüyorsam eğer susmaktan başka çare gelmiyor elimden. Her kafadan ayrı ses ve düşüncelerin, anlamı olmayan tavsiyelerin çıktığı kalabalıkların orta yerinde boğulduğumu hissediyorum. Daha çok susmak ihtiyacı ile kendi kabuğuma çekiliyorum. Biliyorum ki ben susmazsam bana susulmayacak.

- Çünkü anlaşılmaktan da yoksunsun! Seni anlayabilecek olanlardan yoksun oluşunun acısı yalnızlığını böyle kıyılara sürüyor. Ve sen çok çabuk pes ediyorsun. Hayata yeniliyorsun.

Hayatının yanlış bir akışta seyrettiğini görüp anlasa da bunu değiştirmek, akışı tersine çevirmek güç yetirebileceği bir durum değildi. Dalga seslerinin sükuneti dağıttığı gecenin içinden yükselen ses uzun dalgınlıklara imkan tanımıyordu.

- Hayat acıları ve haksızlıkları kucaklamış dur(aksa)madan üzerine geldikçe yaptığın tek şey kendi kabuğuna çekilmek oluyor. Sen böyle oldukça daha çok yıkılırsın hayatta.

Öfkelenmişti bu sözlere. Zayıflığı yüzüne haykırılıyor ve acziyetle suçlanıyordu. Bir gölge gibi her an peşinde ve bir nefes kadar içinde olan ses bile kendisini anlamaktan bu kadar uzakken başkalarının anlamasını beklemeye hakkı yoktu ki!

- Zayıflık değil bendeki! Haksızlıklara boğun eğmiyorum. Korkup kabuğuna çekilen bir kaplumbağa gibi yürümüyorum hayata.

- Bu yaptığın ne öyleyse? Geriye dön ve çok değil yakın bir geçmişe bak. Sayısını hatırlamaktan aciz kalacağın haksızlıkları getir gözlerinin önüne! Uğradığın iftiraları anımsa!İnandıklarını senden, damarlarını çekip kopartıyorlarmışcasına acıtarak aldıklarını hatırla! Belki de hiç unutmadın değil mi? Şimdi söyle bakalım seni senden ederlerken sen ne yaptın?

Susuyordu. Çok şeyleri söylemek istiyor ama kelimelere yüklemesi gereken anlamları toparlayamayarak susuyordu.

- Birbirinin ardı sıra dizilmiş ümitlerinin gözlerinin önünde un ufak edilişini seyretmekten başka ne yaptın?

Öfkeli bir bakış savurdu karanlığın ortasında uzayan sese.

- Bakma öyle! Haklıyım biliyorsun! Karşı koymalıydın. İsyan etmeliydin. Bağırıp çağırmalı ve hatta sana bunları reva görenlerden intikam almalıydın. Canını nasıl yaktılarsa öyle canlarını yakmalıydın. İnandıklarını nasıl kopardılarsa, geri alana kadar savaşmalıydın.

İçine kini doldurmuş gibi yükselen sese inat oldukça kısık bir sesle cevapladı.

- Ne farkım kalırdı onlardan? Canım yandı diye can yakmaya kalksam, hayatımı mahvettiler diye intikam alsam, hesap sorsam, benim bunu yapanlardan ne farkım kalırdı?

- Böyle düşündükçe acıya ve yalnızlığa mahkumluğun sona ermeyecek. Acıyı bu kadar kolay kabullenirsen hayat sana acıları bol keseden vermeye devam edecek.

- Kendimi acılardan korumak adına inandıklarımdan taviz veremem. Beni ben yaptığına inandığım değerlerimi çöpe atamam. Acılar gelecekmiş, gelsin varsın. Ben kendimden geçmedikçe direncim diri duracaktır hayat karşısında ve gücüm artacaktır acıların önünde..

- Mutluluğu feda ediyorsun bu tavrınla!

Mutluluğu düşünüyordu; Deniz. Mutluluğun kendisindeki anlamını unutmaya başladığından bu yana nasıl mutlu olunur bilmiyordu. İçini dolduran, ardından lodosa maruz kalmış dalgalar gibi kabartan ve köpürterek içinin kıyılarına vuran duyguları kendi haline bıraktığı günden sonra unutmuştu mutluluğun anlamını. Bir yengeç kıyılarına sokulmaya başladı. Güçlükle yürüyordu. Dikkatli bakınca bir bacağının olmadığını fark etti. Yengeç varlığından rahatsız olmadan ayak uçlarına sürtünerek kayalıkların arasına yol aldı. Yaralıydı ama yaşıyordu. Parçalanmıştı bedeni muhtemelen içi kadar, ama hayata tutunmaya devam ediyordu. Halinden bir şikayeti olmadığı da anlaşıyordu.

- Mutluluk! dedi birden; işte bu yengeç gibi olmak! Yalnız ruhundan değil bedeninden parçalarda kopsa hayata sıkıca tutunmaktır. Elindekine razı olmaktır. Zorluklara karşı tek başına da olsa yılmadan mücadele göstermek, zayıf ve çelimsiz adımlarla da olsa kendi doğruları istikametinde yol almayı bilmektir.

- Kadere teslim olmak yani?


- Böyle de denilebilir.

- Kader de kader? Nedir bu kader? Neden kadere böyle körü körüne teslim oluyorsun?

Kader!Körü körüne teslimiyet!Kökten bir kaderci değildi; Deniz. Hayatını akışına bırakmış ardından olana razı olmuş değildi. Yaşanılan her anın ve başa gelen her olayın bir hikmeti olduğuna inanıyordu. Kişinin hayata bakışı ve hayat içindeki duruşu ile kendi kaderinin yönünü yine kendisinin belirlediğine inanıyordu. Rüzgar esince dalgaların kayalara vurması bir kaderdi. Aynı dalgaların kayalar arasına sıkışmış nice canlının ait olduğu denize kavuşmasını sağlaması da bir kaderdi.

- Kişi kendi kaderini kendisi belirler aslında. Yaşadıklarım benden çok şey aldı belki ama bir o kadar katkısı da oldu muhakkak.

"Bir musibet bin nasihatten efdaldir" derlerdi ya; yaşayarak öğrendiklerinin kendisinde daha kalıcı ve daha sağlam etkiler bıraktığını biliyordu.

- Bu da kadere teslimiyetin bir başka yönü. Her durumda hatayı kendine yüklemeyi seçiyorsun. Senin dışındaki her şey değerli fakat sen önemsiz bir nesneymişsin gibi.

- Yanılıyorsun. Benim anlatmaya çalıştığım bu değildi.

- Neydi peki?

Oturduğu kıyıda bakışlarını içine gömdüğü yakamozlardan ayırmadan çevresinde dönüp duran adımların huzursuz edici sözcüklerini bastıracak güçlü kelimelerin arayışındaydı.

- Sor bir kendine; neden şu anda yanı başında hayata senin gibi bakan, senin gibi düşünen, konuşarak, hatta susarak bile anlaşabileceğin bir dostun yok? Neden yalnızsın ve neden her şeyin tek sorumlusu olarak kendini görüyorsun?

- Ben böyle olmasını istediğim için! Farklı şeyler isteseydim hayatım daha farklı olurdu elbet! İçini titreten bir kahkaha koptu kulaklarının dibinde.

- Bu muydu senin istediğin? Güldürme beni! O çocuksu hayallerini bilmiyor muyum sanıyorsun? İçini kaplayan masum sevgini.İyiliğe olan hasretini. Sımsıkı saracak dostluğa özlemini bilmediğimi mi sanıyorsun?

Gözlerinden süzülen yaşları avuçlarına gömerek susuyordu. Hıçkırıklarını boğazına hapsederek susuyordu.

- İnandıklarını kaybederken kalbinde oluşan yaraları en iyi ben biliyorum. Sabahlara uzayan sessiz çığlıklarını ben duyuyorum. İçinin yangını bende hissediyorum. Sen ise çocukça bir inatla kendini suçluyorsun.

- Sus artık!

- Ben sussam düzelecek mi kalbindeki kırıklar? Susarsam son bulacak mı yanlış dostluklar yüzünden oluşan ayrılıklar? Ben sustuğumda her şey yoluna mı girecek? Gecenin şu karanlığında, kumsalın bir köşesine bıraktığın yalnızlığın sona mı erecek? Söyle hangisi?

Biliyordu; susku değiştirmeyecekti hiç bir şeyi. Yine de duymak istemiyordu. Önünde uzayan denizin karanlıklarına gömerek sessiz çığlıklarını nefsi ile savaşıyordu.

- Kendini koruyacak ve hayata karşı mücadele edecek gücü bulamıyorsan yaşamanın ne anlamı var? Haydi yürü şu soğuk ve karanlık sulara! Aciz bedeninle birlikte sırtına yüklenmiş onlarca acıyı, yüreğini yakan kahrı de göm derinliklere! Ama yapamazsın değil mi? Bunu da yapamazsın!

Ölümü hak edecek kadar aciz olduğuna inanmıyordu. Kendi içinde sayısız mücadelesi vardı. Hayata karşı, hayat içinde yaşanılanlara karşı savaşında teslim bayrağını çekmemişti asla. Mücadeleden anladığı saldırmak değildi. Savunma mevkisinde durup yaralanmayı engellemeyi, yaralamaya tercih ediyordu. Kendisine yapılmasından acı duyduklarını yapmaktan kalbinin tek sahibine sığınıyordu o kadar.


- Attığımız her adımla mutlak sona bir adım daha yaklaşmamızda bir kader. Sen yersiz ithamlarınla beni aldığım nefesten soğutup o mutlak sonu hızlandırmak derdindesin anlaşılan. Sana yenilmeyeceğimi göreceksin. Asıl zayıflık; kişinin kendisine yapılmasından rahatsızlık duyduklarını başkalarına yapmasıdır. Canı yanınca derhal intikama kalkmasıdır. Herkes kendisine atılan tokat"a bir tokatla cevap verebilir. Asıl erdem haksız yere inen tokat"a diğer yanağını dönebilmektir. Asıl fazilet en ağır hakarete tebessüm edebilmektir. Haksızlığı karşı haksızlıkla durmayışım hayatta onurlu duruşa denktir. Kişinin kendisine layık bulduğu seviyeyi koruması demektir.


- Kendini bu saçma sözlerle teselli ediyorsun. Heyhat! Faydasızlığını yakında anlarsın.

- Hayat dediğimiz bu muammanın da mutlak bir sonu olduğunu biliyorken neyin kavgasını yapmamı istediğini anlamıyorum.

- Hak ettiğin yaşam için mücadele et diyorum.

- Ben öyle bir hayat yaşamak istiyorum ki; yaşadığım her anın bana; sonu olmayan hayatta bir artısı olsun. Öyle davranışlarda bulunmak istiyorum ki; bu dünyada acizliğimden bağışladığımı sandığın haklarım, ihtiyaç duyduğumda elimden tutsun. Yaptıklarıma baktığım zaman pişmanlıktan eser taşıyan haller bulunmasın. İyi olma ve iyi kalma çabasının adı zayıflık olamaz. Kötülüklere karşı iyiliği muhafaza etmenin adı zavallılık değil. Ne dersen de, ben buna inanıyorum ve hayatta olmaması gerektiğine inandığım davranışlarının getireceği haklara şu kıyıda bir başına oturup dalga seslerini dinleyerek huzuru aramayı yeğliyorum.

İstediğini alamayacağını anlayan seste öfke büyümüştü. Dalgaların ortasına attığı büyükçe bir kayanın çıkardığı ses ve oluşturduğu halkalara dikkat çekti. Ay ışığının izin verdiği netlikte görülebilen halkaların yayılarak büyümesine işaret etti.

- İşte sen bu kaya gibisin. İnadından vazgeçmedikçe yalnızlığın karanlıklara düşecek ve ardından halka halka büyüyecek.

İnandıklarından vazgeçmeye zorlayan sesi duymaya tahammül edemiyordu. Sonsuza kadar sussun, yok olsun istiyordu. Ölümse bu ses ölmeliydi. Onu öldürebilmeliydi.

- Bir türlü kesilmeyen sesinin içime doldurduğu öfke ile bakışlarıma sirayet eden kızgın ok yerinden fırlasın ve alnının ortasında layık olduğu yeri bulsun istiyorum. Bir daha duyulmamak üzere kısılsın sesin!

Ardından hışımla kalktı yerinden.

- Şimdi tüm inandıklarımı, beni ben yapan değerlerimi ve bu kıyıdan topladığım yalnızlıklarımı alıp gidiyorum. Ve sen_ her an peşimde gölge, içimde nefes olan! Ölümse bu senin hakkın. Şanıma ölümü yakıştırdığın bu karanlık sularda kaybol istiyorum!

Zafer kazanmıştı Deniz. Eteklerini ıslatan dalgalardan topladığı hüzünleri alıp uzaklaşmaya başladı. Kıyılara vuran yalnızlıklarla çoğalttığı yüreğine doldurduğu huzur ile adımlarını hayata uzattı. Ardında bir deniz kaldı, ay ışığının yakamozları ile süslenen, birde kıyılarda bıraktığı iz..


- alıntı -

8 Ağustos 2010 Pazar

⎝⏠⏝⏠⎠ ♥ ⎝⏠⏝⏠⎠

Dilimle söylemem kalbim bilsin ,
Kalbimin bildiğini Rabbim bilsin ,
Hissederse bir tek O hissetsin ,
Önemi yok Gerisi varsın gitsin ..

ytsim

3 Ağustos 2010 Salı

Gülümseyişim doğuştan armağan

Duyduklarımı unutmak içinse çabam
ama inatla unutamıyorsam,
Gerçek olanın duyduklarım olduğunu bilip ,
Yine de Rüyalara inanıyorsam ,
Söyleyeceklerimin yüzüne bir tokat gibi çarpmasından
Hala seni kırmaktan korkuyorsam
Gerçekliğinde boğul istemiyorsam sözlerimin
Susarım
İşte o an yazmaya başlarım
taki gözyaşlarım yazdıklarımı silene kadar
(...)
İşte sabretmeyi böyle öğrendim ben
Tüm sevdiklerimi üzsede bu halim
(...)
Gülümsememse doğuştan arağan
Sadakatimi saklamaya çalışan

-ytsim-